ARA
EVLİYALAR ANSİKLOPEDİSİ

FAHR-ÜL-FÂRİSÎ (Muhammed bin İbrâhim Fârisî)

Evliyânın büyüklerinden, hadîs, kelâm ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi Muhammed, künyesi Ebû Abdullah'tır. Babasının ismi İbrâhim'dir. 1134 (H.528) yılında doğdu. Fîrûzâbâdî, Şîrâzî ve Fârisî nisbet edildi. Fahreddîn lakabı verildi. Fahr-ül-Fârisî nâmıyla meşhûr oldu. 1225 (H.622) yılında Mısır'da vefât etti. Kurâfe'de Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin mescidi yanında yaptırdığı zâviyeye defnedildi.

Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Fahr-ül-Fârisî, genç yaşta din ve âlet ilimlerini öğrendi. Şam, Hicâz, Bağdât gibi ilim merkezlerini dolaştı. Mısır'a gidip yerleşti. Hadîs ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Tâhir Silefî ve İbn-i Asâkir gibi zamânının meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi. Hadîs-i şerîf ve fıkıh ilimlerinde âlim oldu. Şâfiî mezhebine göre fetvâ verirdi. Müslümanların işlerini kolaylaştırdı. Tasavvuf ilmini, babası Ebû İshâk İbrâhim bin Ahmed Fârisî'den aldı. İlimde çok ilerledi. Zamânın büyüklerinden de feyz alıp, yüksek derecelere kavuştu. Kâhire'de Kurâfe'ye, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin türbesi yanında bir zâviye yapıp yerleşti. Orada tâliblerine, isteyenlere ilim öğretmek ve ibâdet etmekle meşgûl oldu.

Bir bakışıyla kararmış kalpler aydınlanırdı. Zamânında zulmet perdeleri yırtılıp, âlem nûra boğuldu. Elinde pekçok kimse tövbe edip sâlih müslüman oldu. Dâimâ güler yüzlü ve tatlı dilliydi. Kimseye sert söylemez, herkese yumuşaklıkla nasîhatte bulunurdu. İnsanlara merhameti çok fazlaydı. Bütün çalışmaları, Allahü teâlânın kullarını Cehennem ateşinden kurtarabilmek içindi. İlmi, cömertliği, güzel ahlâkı, her işinin ve sözünün Allahü teâlânın rızâsı için olması sebebiyle, âlim ve âmir herkesin sevgi ve saygısını kazandı. Hâlleri ve hareketleriyle, sözleri ve kitaplarıyla, talebeleriyle insanlara emr-i mârûf yapar, onların doğru yola kavuşmaları için gayret ederdi.

İbn-i Sâbûnî babası ile beraber Mısır'a Fahr-ül-Fârisî'nin ziyâretine gidip sohbetinde bulundu. Huzûruna vardıklarında İbn-i Sâbûnî'yi yanına oturttu ve ikrâmda bulundu. Ona bâzı suâller sordu. Babasının da bulunduğu bir sırada, tasavvuf yoluna girip girmediğini sordu. Babası da; "Sühreverdî ve Sadrüddîn bin Hammeveyh'ten ders aldığını arzetti. Bunun üzerine Fahr-ül-Fârisî hazretleri:

"Evet, onların yolları ve dersleri kıymetlidir. Ancak bizim yolumuzdan ve derslerimizden de istifâde edersen, dedenle aynı yolda yürümüş olursun. Çünkü onunla biz aynı derecedeyiz." buyurdu. Bereketlenmek için ondan da ders aldı. Bundan sonraFahr-ül-Fârisî hazretleri, Resûlullah efendimize kadar hocalarını şöyle saydı:

"Biz, babam ve hocam İmâm Ebû İshak İbrâhim bin Ahmed Fârisî'den ders aldık. O da Nâsır bin Halîfet-il-Beydâvî'den, o da Ebû İshak bin İbrâhim bin Şehriyâr-il-Kazrûnî'den, o da Ebû Muhammed Hüseyin bin Ekâr'dan, o da Ebû Abdullah ibni Hafîf Şîrâzî'den, o da Câfer Huzâ'dan, o da Ebû Ömer Estahrî'den, o da Ebû Türâb Nahşebî'den, o da Şakîk-i Belhî'den, o da İbrâhim bin Edhem'den, o da Ebû İmrân Mûsâ bin Yezîd Râî'den, o da Veysel Karânî'den, o da hazret-i Ömer ve hazret-i Ali'den, onlar da Resûlullah efendimizden aldılar." buyurdu.

Bir vâzında tövbe hakkında şöyle buyurdu:

Allahü teâlâ, Nûr sûresinin 31. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey müminler! Hepiniz, Allahü teâlâya tövbe ediniz. Tövbe etmekle kurtulabilirsiniz." buyurdu.

Resûlullah efendimiz de Eshâbına (radıyallahü anhüm); "Sizden biriniz bine?ini kaybedip, sonra onu bulunca sevinmez mi?" diye sordu. Onlar; "Evet, sevinir yâ Resûlallah!" deyince, Resûlullah efendimiz; "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Allahü teâlâ, kulunun tövbesine, sizden birisinin bine?ini buldu?u zamanki sevinmesinden daha fazla sevinir." buyurdu. Allahü teâlânİn sevinmesi: Tövbe eden kulunu af ve magfiret ederek ihsânda bulunmasİ, tövbesini kabûlederek ona ikrâm etmesidir.

Tövbenin üç şartı vardır: Yaptığı günahlara pişmân olmak, o anda günahtan el çekmek, sonra bu günahları ve benzerlerini bir daha işlememeye karar verip azmetmektir.

Resûlullah efendimizin bir hadîs-i şerîflerinde"Nedâmet, piŞmanlİk tövbedir." buyurmasİ, yapİlan günâha piŞmanlİk duyulmasİ, tövbenin en büyük Şartİ oldu?undandİr.

Tövbe, rücû etmek, dönmek demektir. Hadîs-i şerîfte şöyle buyuruldu: "Dikkat ediniz! Âdemo?lunun cesedinde bir et parçasİ vardİr ki, o iyi olunca, bütün beden iyi olur. O bozuk olunca, bütün beden bozuk olur. Dikkat ediniz! O et parçasİ kalptir." Kalp, yapİlan günah ve kötülük sebebiyle uyanİp, Allahü teâlânİn yardİmİ ile onda, o günahlarİ terk ettirecek ve bir daha o günahlara döndürmeyecek bir durum hâsıl olursa; insan, Hakka tâate, O'nun rızâsını kazanmaya dönme sebeplerine hazırlanmak için harekete geçer ki, bunun kapısı da tövbedir.

Tövbeye hazırlanmanın alâmetlerinden biri de, kötü arkadaşları terk etmektir. Çünkü, kötü arkadaşlardan uzaklaşmak, onlarla düşüp kalkmamak, kalpte Allahü teâlânın emirlerine karşı gelme hâlini ortadan kaldırır. Kötü arkadaşların yanından ayrılınca, artık, iyi ve sâlih arkadaşlarla berâber oturup kalkmaya başlar. Sâlih, iyi ve temiz arkadaşlar, onun cehâletten ilme, kibirden hilme ve cimrilikten cömertliğe, dünyâ hırsı ve ona düşkün olmaktan kanâate, uzun emel sâhibi olmaktan zühde ve dünyâya rağbet etmemeye, ayrılıktan birliğe, hep kendisini düşünüp, kendisi için istemekten başkalarını kendisine tercih etmeye, yâni îsâra, dünyâdan âhirete, gülmekten dolayı yaptığı kötülükler ve günahları için ağlamaya, onlar için pişmân olmaya, gaflet hâlinden uyanıklık hâline dönmesini temin ederler.

Tövbe, yapılış gâyesine göre üç çeşittir: Birincisi, herkesin bildiği tövbedir. O da; günâhından dolayı cezâ görmekten kurtulmak için tövbe eden kimsenin tövbesidir. İkincisi; "inâbe" dir ki, bu da; daha fazla sevâba ve yüksek derecelere kavuşmak isteyen kimsenin tövbesidir. Üçüncüsü de; "evbe"dir ki, o da; sevap arzusu veya azap korkusundan değil, yalnız Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için yapılan tövbedir.

Fahr-ül-Fârisî buyurdu ki:

"Şu üç şey takvânın, haramdan kaçmanın îcâbıdır: Birincisi; Allahü teâlâyı tanıyıp O'na şirk koşmamak. İkincisi; Allahü teâlâya itâat edip, isyân etmemek. Üçüncüsü; Allahü teâlayı anıp O'nu unutmamaktır."

"Huşû; zâhiren ve bâtınen Hakk'a boyun eğmek. Tevâzu da; Hakk'a teslim olmak, boyun eğmek, Hakk'ın hükmüne îtirâzı terketmektir."

Fahr-ül-Fârisî talebe yetiştirip, kıymetli eserler yazdı. Ebrekûhî onun talebeleri arasındaydı.

Daha çok tasavvuf ve tasavvuf hallerine dâir olan eserlerinden bâzıları şunlardır:

1) El-Esrâr ve Sİrr-ül-İskâr, 2) Tezkire-i Menâhic-üs-Sâlikîn, 3) Belâgat-ül-Fâsİl ve Urvet-ül-Vâsİl, 4) Metiyyet-ün-Nakl ve Atiyyet-ül-Akl, 5) El-Fark Beyn-es-Sûfî vel-Fakîr, 6) Cemhât-ün-Nehy an Lemhât-il-Mehâ, 7) Berk-ün-Nukâ ve Şems-ül-Lükâ, 8) Netâic-ül-Kurbe ve Nefâis-ül-Gurbe, 9) Delâlet-ül-Müstenhic: El yazma nüshası Süleymâniye Kütüphânesi Ayasofya Kısmı 1785 numarada kayıtlıdır.

 

KERÂMET VE MENKÎBELERİ

ÖLÜ ETİ YEMEK

Fahr-ül-Fârisî gİybet hakkİnda bir suâl soruldu?unda buyurdu ki: "Allahü teâlâ Kur'ân-İ kerîmde meâlen buyurdu ki: "Zannİn ço?undan sakİnİnİz! Çünkü, zannetmenin bâzİsİ günâh olur. Birbirinizin kusûrunu araŞtİrmayİn! Birbirinizi gİybet etmeyin!" (Hucurât sûresi: 12)

Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh) rivâyet etti?i hadîs-i Şerîfte, Resûlullah efendimizin huzurlarİnda bulunan birisi, orada bulunmayan biri hakkİnda; "Ne kadar da âciz birisi!" deyince, Resûlullah efendimiz; "KardeŞinizin etini yediniz. Çünkü onu gİybet ettiniz." buyurdu.

Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma"Gİybetten tövbe ederek ölen kimse, Cennet'e girenlerin sonuncusu olacaktİr. Gİybete devâm etti?i halde ölen kimse ise, Cehennem'e girenlerin ilki olacaktİr." diye vahyetti.

Anlatılır ki, İbrâhim bin Edhem bir yere dâvet edilmişti. Oraya vardığında, geciken birisi hakkında; "O zâten ağır adamdır." dediler. İbrâhim bin Edhem; "Keşke buraya gelmeseydim. Çünkü, burada gıybet yapılmaktadır." dedi.

 

KAYNAKLAR

1) Tabakât-ı Usûliyyîn; c.2, s.56

2) Şezerât-üz-Zeheb; c.5, s.101

3) Lisân-ül-Mîzân; c.5, s.29

4) Mîzân-ül-Îtidâl; c.3, s.452

5) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî); c.2, s.286

6) Tabakât-ül-Evliyâ; s.466, 498

7) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.8, s.191

8) El-A'lâm; c.5, s.296

9) Brockelman; Sup.1, s.787

10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.284

ÜLKELER
ŞEHİRLER
EVLİYALAR