Şam’da yetişen Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Ahmed bin Yûnus bin Ahmed bin Ebî Bekr el-Aysâvî ed-Dımeşkî olup, lakabı Şihâbüddîn’dir. Aslen Şam’a bağlı olan Aysâ nâhiyesindendir. Buraya nisbetle Aysâvî denilmiş ve bu isimle meşhûr olmuştur. Babası Aysâ’dan gelip, Şam’da yerleşmiş idi. Ahmed Aysâvî 941 (m. 1534)’de Şam’da doğdu. 1025 (m. 1616) senesinde, Zilhicce ayının yirmibeşinde orada vefât etti. Bâb-üs-sagîr kabristanında defnolundu. Vefâtında 84 yaşında idi. Vefâtına; “Yâ Rabbî! Kulun Ahmed Aysâvî’ye rahmet et” ma’nâsında bir Arabî mısrâyı târih düşürmüşlerdir.
Şam’da doğup yetişen Aysâvî, ilim öğrenme çağına gelince, ilk olarak Şihâbüddîn Ahmed bin Nebiyye’nin derslerine devam edip, ondan Kur’ân-ı kerîm okudu. Fıkıh ve nahiv ilimlerini Şeyh Tâcüddîn’den öğrendi. Bundan sonra, zamanın büyük âlimlerinden olan babası Yûnus bin Ahmed’den okumaya başladı. Babası bir müddet bu kabiliyetli oğlunu okuttuktan sonra, “Fakîh-ül-asr” (asrın fakîhi, büyük fıkıh âlimi) olarak bilinen Kâdı’l-kudât Nûreddîn Ali en-Nesefî’nin yanına gönderdi. Fakîhin yanında iki sene mülâzim (asistan, yardımcı) oldu. Fıkıh ilminde iyice derinleşip mütehassıs oldu. Yine babasının emri ile, Alâüddîn bin İmâdüddîn’in derslerinde hazır bulundu. Şemseddîn Muhammed bin Tûlûn’dan hadîs ilmini öğrendi. Kur’ân-ı kerîmin kırâatine âit ilimleri, kırâat âlimlerinin büyüklerinden olan Şihâbüddîn et-Tıybî’den okudu. Tasavvuf yolunda, Şihâbüddîn Ahmed bin Bedrüddîn el-Gazzî’den feyz ve icâzet aldı. Abdürrahîm es-Sâlihî’nin sohbetlerinde bulundu. Bunlardan başka daha nice âlimlerden okuyup ilim öğrenen Aysâvî, hem zâhirî hem de bâtınî ilimlerde çok yükselerek kemâle geldi. Zamanında bulunan hakîkî İslâm âlimlerinin büyüklerinden, önde gelenlerinden oldu. Kendisinden ise; Hasen el-Bevrînî, Muhammed el-Cevhî, Şerefüddîn ed-Dımeşkî, Necmüddîn-i Gazzî gibi birçok âlim ilim öğrenip istifâde etti.
Aysâvî ( radıyallahü anh ), Şam’ın büyük âlimlerinden, ileri gelen zâtlarından idi. Fıkıh ilminde ve bu ilme uygun fetvâ vermekte diğer âlimlerden önde idi. Bütün zamanı ders ve fetvâ vermekle, insanlara fâideli olmakla geçerdi. Her hâli dînimizin emirlerine tam uygun idi. Haramlar ile birlikte şüpheli olan şeylerden de son derece kaçınır idi. Herkes tarafından sevilip hürmet edilen pek yüksek bir zât olup, büyüklüğü, üstünlük ve asâleti her tarafta konuşulur idi. Gayet yumuşak huylu, İslâmın güzel ahlâkı ile süslü idi. Ayıb ve çirkin hâllerden, kin ve düşmanlık gibi bozuk düşüncelerden uzak idi. Güzel huylar ve iyi sıfatlar onda, meleke, alışkanlık hâline gelmiş idi. Konuşmasında bir şeyi anlatmasında öyle hoş, yumuşak, nâzik ve mülayim idi ki, dinleyenler onun bu güzel hâline hayran olurlardı.
Aysâvî, Şam’daki meşhûr Emeviyye Câmii’nde imamlık, Câmi-i Mu’allak diye tanınan Cedîd Câmii’nde ve Dımeşk’ın hâricinde bulunan Kabr-i Âtike mahallesindeki Tevrîziyye Câmii’nde hatîblik yaptı. Ömeriyye, Azîziyye, Zâhiriyye, Şâmiyye, Berrâniyye, gibi medreselerde ders verdi. Emeviyye ve Sultan Süleymân câmilerinde va’z verdi. İlim öğrenmek ve öğretmek maksadıyla çeşitli yerlere seferler yaptı. Akrabalarını ziyâret için iki defa Trablusşâm’a gitti. Haleb’e gitti. Oranın ahâlisi kendisini çok iyi karşıladı. Çok hürmet ve ikramda bulundular.
Zamanında bulunan ve daha sonra gelen âlimler, Aysâvî’yi övmüşler ve methederek üstünlüklerini anlatmışlardır. Ebü’l-Vefâ el-Ardî “Târih”inde onu çok övmekte, ilmini ve verâ’ını uzun uzun anlatmaktadır.
Şöyle anlatılır: Aysâvî’nin beldesinde, vazîfesi, işi hamur yoğurup ekmek yapmak olan bir kimse vardı. Bu kimse birgün, hamurunu yoğurdu, bu hamuru ekmek yaptı. Sonra câmiye geldi. Abdest aldı. Öğle namazı vakti idi. Namazını kıldı. İkindiyi de kılıp ondan sonra gitmek istedi. İkindi namazının vaktinin girmesini beklemek üzere bir köşeye çekilip uzandı. Yorgun olduğu için uyuyakaldı. Seher vaktine kadar uyumuştu. Bir de uyandı ki, tanımadığı bir kimse, mihrabın üzerinde bulunan kandilleri yakıyordu. Bu kimsenin kandilleri yaktıktan sonra, kandillerden birini şadırvanın kapısına astığını gördü. Akşam veya yatsı namazının vakti gelmiş olduğunu zannetti. Bu sırada ricâl-ül-gaybden olan kırk kişi şadırvana girip, kandil ışığında abdest aldılar. Câmiye girip saf tutarak oturdular ve İmâmı beklemeye başladılar. Bu olanları hayretle ta’kib eden hamurcu, bu işte bir garîblik olduğunu hissetti. Dışarıya göz gezdirdi. Hayreti daha da arttı. Çünkü vakit seher vakti idi ve sabah namazının vakti girmek üzere idi. Vakit girince o cemâatten birisi kalktı ve hamurcunun o zamana kadar duymadığı, işitmediği güzellikte, kalblere, rûhlara te’sîr eden çok güzel bir ezan okudu. O sırada nûr yüzlü ve heybetli bir zât içeri girdi. Onu görünce cemâat ayağa kalktı. Bu zât Ahmed Aysâvî hazretleri idi. Sünnetleri kıldılar. Sonra Aysâvî onlara farzı kıldırdı. Namazdan sonra kandilleri söndürüp çıktılar. Hamurcu da dayanamayıp çıktı. Aysâvî onu görünce, kendisi hayatta iken bu hâli kimseye anlatmamasını emretti. Bundan sonra Aysâvî ve o cemâat uzaklaşıp oradan ayrıldılar, Biraz sonra müezzin o câmide ezan okumaya başladı.
Hamurcu bütün bu olanlardan iyice anladı ki, o cemâat ricâl-i gayb denilen kimseler idi. Câmide ezan okuyup, namaz kılmalarını kendisinden başka gören ve işiten olmamıştı. Bu hâl Aysâvî’nin ( radıyallahü anh ) bir kerâmeti idi ve bunun için kimseye anlatmamasını söylemişti. O da, Aysâvî hayatta iken bu hâli kimseye anlatmadı.
Ahmed Aysâvî ( radıyallahü anh ) El-Hubeb isminde, Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerini anlatan bir eser yazdı. Daha sonra bu eserini çok güzel bir şekilde şerhetti. Bunlardan başka, minare yapılmasına dâir bir risalesi ve başka risaleleri de vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-2, sh. 215
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 154
3) Hülâsat-ül-eser cild-1, sh. 369
4) El-A’lâm cild-1, sh. 276
5) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 391, 4