Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Mûsâ Sindî’dir. Doğum târihi ve yeri belli değildir. 1012 (m. 1603) senesinde vefât etti. Seyyid Sıbgatullah Sindî’nin talebelerindendir. Medîne-i münevverede ikâmet etti.
Mûsâ Sindî, İbrâhim aleyhisselâmın makamını ve Beyt-i Makdîs’i ziyâret için Şam taraflarına gitti. Bu yolculukta onunla beraber olan birisi şöyle anlatır: “Medîne-i münevvereden Şam’a giderken, ben Mûsâ Sindî ile beraberdim. Onu, tefsîr, me’ânî, beyân, mantık, hadîs ve tasavvuf ilimlerinde yüksek bir âlim olarak buldum. Hoş tabiatlı ve zekî idi. Medîne-i münevvereden çıkarken çok perişan idi. Bütün kalbi ile Resûlullaha ( aleyhisselâm ) bağlandığı için, Medîne-i münevvereden ayrılmak ona çok zor gelmişti. Fakat gördüğü rü’yâ sebebiyle Medîne-i münevvereden ayrılması gerekiyordu. Anlattığına göre rü’yâsında; “İbrâhim aleyhisselâm seni yanına istiyor” denilmişti. Aynı zât devamla şöyle anlatır: “Safer ayının başlarında, Menzilet-i Zâtihac denilen yerde, Mûsâ Sindî beni ziyâret etmişti. Ben ise yatıyordum. Yolculuk yakın olduğu için önce biraz uyumak istiyordum. Çünkü yolculuk sırasında uyumak zor oluyordu. Hem uykum da gelmiş, üzerime de birşeyler örtmüştüm. Bu sebeble uyuduğumu, beni rahatsız etmemesini anlaması için kalkmadım. Fakat yine de kendi kendime; “Böyle bir zât yanına gelmiş, sen ise yatıyorsun” dedim. Sonra kalktım, ona kahve ve yiyecek birşeyler ikram ettim. Bunun üzerine bana; “Ben sâdece senin ziyâretine geldim” dedi ve birşey yeyip içmedi. O zaman kendi kendime; “Allahü teâlâdan utanmıyor musun? Sâlih bir zât Allah için seni ziyâret ediyor. Bu ziyâreti ile de senden birşey beklemiyor” dedim. Başımın altındaki yastığı kaldırıp, onun oturması için verirken, yastığın altında büyük bir akrebin olduğunu gördüm. Derhal akrebi öldürdük. Bu durumdan, Mûsâ Sindî’nin yanıma gelişinin kerâmet olduğunu anladım. Sonra, bir müddet Şam’da onunla beraber kaldık. Mûsâ Sindî, Şam’da birkaç gün kaldıktan sonra Beyt-i Makdîs’e gitti, İbrâhim aleyhisselâmın makamını ziyâret etti. Vefât edinceye kadar Beyt-i Makdîs’de kaldı.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 273
2) Hulâsat-ül-eser cild-4, sh. 435