Fıkıh ve hadîs âlimi. İsmi, Hüseyn bin Ali bin Seyyid-ül-Ehl bin Ebi’l-Hüseyn bin Kâsım bin Ammâr olup, Lakabı Necmüddîn’dir. 739 (m. 1338) senesi Safer ayının ikinci Perşembe günü Kâhire’de vefât etti. Ali Melik türbesi yakınına defn olundu. Şafiî mezhebinde idi.
Necmüddîn el-Üsvânî; Ebû Abdullah Muhammed bin Abdülhâlık bin Tarhân, Muhammed bin İbrâhim bin Abdülvâhid el-Makdisî, Ebû Abdullah Muhammed bin Abdülkavî, Ebü’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Garrâfi, Hâfız Ebû Muhammed ed-Dimyâtî ve başkalarından hadîs-i şerîf dinledi ve rivâyette bulundu. Fıkıh ilmini, Ebü’l-Fadl Ca’fer et-Tizmenti’den öğrendi. Tahsîlini tamamladıktan sonra, Kâhire’deki Hâc-ül-melik Medresesi’nde ders okuttu ve talebe yetiştirdi. Diğer vakitlerinde de, zaman zaman tasavvuf erbâbı ile birlikte bulundu. Onların bereketli sohbetlerini dinledi.
Necmüddîn el-Üsvânî, her hareketinde İslâmiyetin emirlerine tâbi olan, haramlardan çok sakınan bir zât idi. Allahü teâlânın velî kullarından olan ve Resûlullahın ( aleyhisselâm ) ahlâkını, emir ve yasaklarını iyi bilen ve soranlara öğreten Şeyh Ebü’l-Abbâs eş-Şâtır ve başkalarıyla görüştü. Onların sohbetlerinde bulundu.
Tâceddîn Sübkî şöyle anlatır. “Necmüddîn el-Üsvânî; uzun zaman yalnız kalıp, insanlarla görüşmedi ve hep ibâdetle meşgûl oldu. Daha sonra Kâdı İbn-i bint-il-Eazzî’nin ders verdiği medreseye gidip, onun dersinde bulundu. Orada birisi Resûlullahı ( aleyhisselâm ) medh ve sena eden bir kaside okudu. O zaman Necmüddîn el-Üsvânî kendisinden geçip feryâd etti. Kâdı onun bu hâlini iyi görmeyip; “Ne oluyor? Nedir böyle?” diye söylendi. Necmüddîn el-Üsvânî onun bu sözlerinden rahatsız olup; “Bu medh ve senadan tadılan şey bu mudur?” deyip, o medreseden ayrıldı.”
Kendisi şöyle anlatır: “Allahü teâlânın sevgili kulu Ebü’l-Abbâs eş-Şâtır ile bir gemi yolculuğunda idik. Gemide bir de tüccâr vardı. Yiyecek maddesi götürüyordu. Ebü’l-Abbâs beni o tüccâra gönderip, bir miktar azık (yiyecek) ve bir battaniye istedi. Gidip istediğimde, tüccâr vermedi. Tekrar istememi tenbîh etti. Ben gidip tekrar istedim. Tüccâr yine red cevâbı verdi. Bu hâl üç defa tekrar etti. Her üçünde de tüccâr olan kişi, istediğimizi vermedi. Dördüncü defasında Ebü’l-Abbâs eş-Şâtır buyurdu ki: “Git o kişiye söyle. Tam şu an falan yerdeki senin mallarını taşıyan gemi, içindeki malıyla birlikte batıyor. Ondan hiçbir şey kurtarılamıyacak. Ancak cebinde onsekiz altını olan bir kişi kurtulacaktır. “Ben gidip söyledim. Hakîkaten buyurduğu gibi oldu. Ebü’l-Abbâs eş-Şâtır evliyânın büyüğü, duâsı makbûl bir zât idi. İnsanların sıkıntılarını gidermek için çalışırdı.”
İbn-i Râfi’ onun hakkında; “Necmüddîn el-Üsvânî, fıkıh ve kırâat ilminde İmâm idi. Arabcanın inceliklerini bilir, iyi rü’yâ ta’bir ederdi. Bundan başka, talebe yetiştirmekle meşgûl oldu. Talebeyi incitmez, onlara faydalı olmak için yumuşaklık gösterirdi. Çok sadaka verir, çok cömertlik yapardı.
Çok kimseler ondan ilim ve ahlâk öğrendiler” demektedir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üt-Şâfiiyye cild-9, sh. 409
2) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 426
3) Şezerât-üz-zeheb cild-6, sh. 120
4) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 168
5) Dürer-ül-kâmine cild-2, sh. 60