Evliyânın büyüklerinden. İsmi Muhammed bin Abdullah’tır. 1082 (m. 1671) senesi Rebî’ul-evvel ayının onikinci gecesi, Cerrahpaşa Câmii’nin karşısındaki Yağcı-zâde konağında doğdu. 1133 (m. 1720) senesi Zilhicce ayının dokuzunda Pazartesi günü İstanbul’da vefât etti. Cenâze namazı, Fâtih Câmii’nde öğle namazından sonra, kalabalık bir cemâat tarafından kılındı. Kabri Karagümrük semti civarındadır.
Nûreddîn Cerrâhî’nin soyu, Ebû Ubeyde bin Cerrâh’a ( radıyallahü anh ) ulaştığı için, Cerrâhî denilmiştir. Cerrahpaşa’lı olduğu için böyle denildiği de söylenmiştir. Çoğunluk birinci rivâyette ittifâk etmişlerdir. Nûreddîn Cerrâhî, daha küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi, Cerrahpaşa mektebinde öğrendi. Kur’ân-ı kerîm hocası Yûsuf Efendi’dir. Tahsilini tamamlayan Nûreddîn Cerrâhî, zâhirî ilimleri öğrenmek için Medrese’ye gitti. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra, çok genç yaşta Mısır kadılığına ta’yin edildi.
Nûreddîn Cerrâhî Mısır’a gitmeden önce, veda etmek için Üsküdar’da bulunan dayısı Hüseyn Efendi’nin konağına gitti. Hava iyi olmadığı için dayısının konağında havanın iyi olmasını bekledi. Bir gece dayısı, onu evin karşısında bulunan Selâmi dergâhına götürdü. Yatsı namazından sonra, dergâhta ders veren Ali Efendi’nin yanına gittiler. Nûreddîn Cerrâhî, Ali Efendi’nin elini öpünce Ali Efendi; “Oğlum Nûreddîn! Safa geldiniz” diye ismini söyledi. Bunun üzerine Nûreddîn Cerrâhî’yi bir muhabbet ve cezbe hâli kapladı. Daha sonra Allahü teâlâyı zikrederken vecde geldi. Nûreddîn Cerrâhî, daha sonra Ali Efendi’den kendisini talebeliğe kabûl etmesini rica etti. Ali Efendi de, onun ricasını kabûl buyurup; “Oğlum Nûreddîn! Mâsivâdan sıyrılıp, abdestini tazele” diye uyardı. Bunun üzerine kendisine verilen Mısır kadılığı vazîfesini kabûl etmeyerek, ta’yin fermanını şeyhülislâma geri gönderdi. Nûreddîn Cerrâhî bütün dünyevî işlerini terk edip, hocası Ali Efendi’ye tam teslim oldu. Ali Efendi, Nûreddîn Cerrâhî’yi abdest aldıktan sonra halvete koydu. Erbeîn’i tamamlayınca, onda büyük bir huzûr hâli meydana geldi. Ali Efendi ona icâzet vererek, hırka giydirdi. Sonra Ali Efendi; “Oğlum Nûreddîn! İstanbul’a git. Karagümrük yakınında ve dört yol ağzında, Kethüda Canfedâ’nın yaptırdığı Câmii şerîfin yanında, Bakkâl İsmâil Efendi isminde bir zât senin için bir oda yaptırdı. O odada ibâdetle meşgûl ol. Umulur ki, senin için o civarda bir dergâh yapılır. O zaman insanlara doğru yolu göstermeğe çalış.
Süleymân Veliyyüddîn ve Muhammed Hüsâmeddîn efendiler senin yanında kemâle gelecekler” buyurdu. Nûreddîn Efendi, hocasının emri ile, Süleymân Veliyyüddîn ve Muhammed Hüsâmeddîn yanında olduğu hâlde Karagümrük’e gittiler. İsmâil Efendi, hocasının bahsettiği odanın anahtarını Nûreddîn Cerrâhî’ye teslim etti. İsmâil Efendi bu odayı Resûl-i ekremin emri ile yaptığını söyledi.
1115 (m. 1703) senesinde Kapı kethüdalarından Bekîr Efendi’nin vefât etmesi üzerine, Karagümrük civarında bulunan konağı boş kaldı. Dâr-üs-se’âde ağası Beşir Ağa, bu konağı alacağı sırada rü’yâsında Nûreddîn Efendi’yi gördü. Konağı satın almamasını söyledi. Aynı gece Sultan Ahmed Hân’a da rü’yâsında Nûreddîn Efendi’nin ihtiyâcını gidermesi emredildi. Pâdişâh ertesi gün, boş kalan konağı satın alsınlar diye, Yahyâ Efendi’yle Nûreddîn Cerrâhî’ye üçyüz altın gönderdi. Nûreddîn Cerrâhî bu altınları kabûl etmedi. Bir dergâh yaptırsalar, daha makbûle geçeceğini söyledi. Yahya Efendi, huzûrundan ayrılırken, Nûreddîn Cerrâhî’nin ellerini öpeceği sırada, Nûreddîn Efendi’nin Ali Efendi’ye talebe olması sırasında meydana gelen ma’nevî hâlin aynısı, Yahya Efendi’de de meydana geldi. Bu sırada Yahyâ Efendi, Nûreddîn Efendi’den kendisini talebeliğe kabûl etmesini rica etti. Yahya Efendi, getirdiği paraları başka birisi vasıtasıyla Sultan’a gönderdi. Bunun üzerine Sultan o konağı aldırarak, orayı dergâh hâline getirdi ve Nûreddîn Efendi’ye tahsis etti. Nûreddîn Cerrâhî, burada ibâdet yapmak ve insanlara doğru yolu göstermek için çalıştı.
Nûreddîn Cerrâhî’nin eserlerinden ba’zıları şunlardır: 1- Mürşid-i Dervişân Risalesi. 2- Nutk-u şerîf, 3- Nasîhat-ı âli. Ayrıca çok güzel ilâhileri vardır.
Nûreddîn Cerrâhî’nin bir ilâhisi:
Dil beytini pak eden,
Dervişi ankâ eden,
Âlem-i ilâhîye giden,
Mevlâ zikridir, zikri.
Zikreden halet olan,
Âşinâ-yı rûh olan,
Ukbâda devlet bulan,
Mevlâ zikridir, zikri.
Terk ehline karışan,
Hem zevkine erişen,
Bahri ledünle görüşen,
Mevlâ zikridir, zikri.
Erenlerin yolunu,
Sürerler hep demini,
Dervişlerin muini,
Mevlâ zikridir, zikri.
Nûreddîn’i diri kılan,
Tevhîd ile çerâğı yanan,
Bir Hamdilillâh tevfîk olan,
Mevlâ zikridir, zikri.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Sefînet-ül-evliyâ cild-5, sh. 40
2) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 178