Mutasavvıf ve hadîs âlimlerinden. İsmi, Abdürrahmân bin Abdülmuhsin bin Ömer bin Abdülmün’im’dir. Künyesi Ebü’l-Ferec, lakabı Takıyyüddîn olup, nisbeti Vâsıtî’dir. 674 (m. 1275) senesinde doğdu. Doğum yeri kaynaklarda bildirilmemektedir. 744 (m. 1343) senesinde Bağdad’da vefât etti.
Zamanın büyük âlimlerinden ilim tahsil etti. Dımeşk’a ve birkaç defa da hacca gitti. Meşhûr hadîs âlimi Zehebî ile beraber hadîs-i şerîf öğrendi. Ondan da el-Mahzûmi ve daha başka âlimler hadîs-i şerîf öğrendiler. İyiliksever, güzel huylu ve güzel görünüşlü bir zât idi. Karşılaştığı kimselere çok mütevâzi davranırdı. Arkadaşlarından veya talebelerinden birinde uygun olmayan bir davranış görse, tatlı bir şekilde onu ikâz eder ve bu işi yapmasına mâni olurdu.
Şeyh Şemseddîn anlatır: Vâsıtî, çok hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ondan da, İbn-i Şirde el-Vâ’iz bize hadîs-i şerîf rivâyet etti. Büyük âlim Şeyh İzzeddîn Fârûsî’nin sohbetlerinde bulundu.”
Asrının hadîs hafızı Şeyh-ül-İslâm İbn-i Hacer Askalânî, Vâgıtf’yi medhederek, ondan ilim öğrenen ve istifâde eden âlimleri bildirmiştir. Onun İmâm-ı Sübkî derecesinde bir âlim olduğunu söylemiştir. Evliyânın büyüklerinden Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin hayâtını, kerâmetlerini anlatan bir kitap yazmıştır. Şeyh-ül-İslâm Ahmed bin Celâl Mısrî, “Cilâ-üs-sadâ” adlı kitabında; “Dört mezhebe göre insanlara ve cinlere fetvâ verirdi” demektedir.
İbn-i Mühezzeb anlatır: “Takıyyüddîn Ebü’l-Ferec Abdürrahmân bin Abdülmuhsin Ensârî kuddise sirruh, Vâsıt şehrinin bereketi, âlimi ve muhaddisi idi. Tasavvufta Rıfâiyye yolunu Şeyh İzzeddîn Ahmed Fârûsî’den aldı. O da babası İbrâhim’den, o da babası Şeyh Ömer Fârûsî’den, o ise Seyyid Ahmed Rıfâî’den aldı. Birçok insan, Vâsıtî’nin ilminden ve sohbetlerinden istifâde etti. “Tiryak” adında iki kitap yazdı.
Birincisinde, evliyânın büyüklerinden olan sûfilerin hayatlarından bahsetmektedir. İkincisinde ise, Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin hayâtını ve üstün hâllerini, kerâmetlerini anlatmaktadır.”
Vâsıtî’nin çok kerâmetleri görülmüştür. İnsanlara doğru yolu gösteren, dînin emir ve yasaklarını anlatan büyük bir âlim idi. Kelime-i tevhîd ve Kelime-i şehâdeti söyleyerek tebessüm eder bir hâlde vefât etti.
Birçok eseri vardır. Bunlardan ba’zıları şunlardır: 1-Esmâ-ün-Nebî ( aleyhisselâm ) ve bu kitabın şerhi, 2-Tiryâk-ül-muhibbîn fî tabakâtı meşâyıh-ıl-ârifîn, 3- Şerhu hırz-il-Emânî liş-Şâtıbî, 4-Menâkıb-ı Ahmed Rıfâî, 5-El-Lü’lüü fil-hadîs.
Vâsıtî, “Tiryâk-ül-muhibbîn” kitabında, Seyyid Ahmed Rıfâî, Abdülkâdir-i Geylânî, Şihâbüddîn Sühreverdî, Ebû Bekr Şiblî, Şeyh Ruveym ve daha başka tasavvuf büyüklerinin hâllerini, hocalarını ve talebelerini anlatmaktadır. Bu kitapta, büyüklerin kıymetli nasihatlerinden bahsedilmektedir. Bu kitaptan ba’zı bölümler Seyyid Ahmed Rıfâî hazretleri buyurdu ki: “Sen, Allahü teâlâya karşı kulluk vazîfelerini yerine getirdiğin, nefsinin isteklerine uymadığın, cenâb-ı Hakkın râzı olduğu yolda yürüdüğün zaman nefsini (kendini) tanırsın. Nefsini tanıyan ise, Rabbini tanır. Büyüklerine saygı, küçüklerine şefkat ve merhamet göstermek, kötülere iyilik, iyilere daha güzel muâmele etmek, hikmet ve ilim sahibi olanlarının nasîhatlarını dinlemek, bayağı ve aşağı olanlarından uzak durmak, zaîf ve güçsüzlere yardım etmek, onlara sıkıntı vermemek sûretiyle insanların haklarını yerine getirdiğin zaman, kendini iyi idâre etmiş olursun. Dostlarına da iyi muâmele etmiş, Rabbini râzı etmiş olursun. Böylece insanlardan sana gelecek zararları def etmiş olursun. O zaman sen, akıllı ve hakim (hikmet sahibi) birisi olmuş olursun.
Eğer kendini bilmez ve tanımaz, insanların malına ve canına zarar verirsen, Rabbini gazâblandırmış, nefsine zulmetmiş, ahmak ve bayağı bir kimse olursun.
Ey kardeşim! Himmetini kendini yakmak için harcamaktan, hevâ ve hevesinin dalgaları arasında kalarak, kendini boğmaktan çok sakın. Kendini bu hâle düşürme husûsunda Allahü teâlâdan kork. Nefsine karşı hazırlıklı ol. Dâima nefsinin hezimeti (yenilmesi) için çalış. Böyle yaparsan, sonunda zelîl olmaktan, hesab verme korkusundan, dostlarla alâkayı kesmekten kurtulur, seçilmişlerden olursun. Nefsi, kişinin kimliğidir. Tevâzu ettiği zaman yükselir. Kendini büyük gördüğü zaman alçalır. Hak etmeden yükselmek ne kadar çirkindir. İrfan kanatları ile yükseklere uç. İlmin ve yakînin zirvesine doğru edebinle yürü.
Nefsine muhalefet husûsunda çok sağlam ol. Geceleyin uyumamayı kendine âdet edin. Çünkü uyku hüsrandır. Günaha asla meyletme, günahın sonu ateştir. Geceni, Allahü teâlâya ibâdet etmek ve tâat için geçir. Gâfil kimseler, geceyi uyku ile geçirir. Câhil ve gâfil, oyun ve eğlence ile oyalanır. Hâlbuki ehlullah uyanıktır.”
Abbasî halîfesi Ebû Ahmed Müstencid Billâh, bir adamını göndererek, Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinden nasihat istedi. Seyyid Ahmed Rıfâî’nin büyük âlim ve velî olduğunu biliyordu. Halîfe, Ahmed Rıfâî hazretlerine gönderdiği mektûpta şöyle yazıyordu:
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Emîr-ül-mü’minîn’den Seyyid Ahmed Rıfâî’ ye! Sizden çok nasihat istiyorum. Çünkü ben, sizin nasihatlerinize çok muhtacım. Bana yapacağınız nasihatler çok faydalı olacak. Allahü teâlânın size ihsân ettiği kıymetli bilgilerden bana yazınız. Çünkü siz, Allahü teâlânın ma’nevî lütuflarına mazhar olan bir zâtsınız. Bana ve bütün müslümanlara duâ ediniz.”
Seyyid Ahmed Rıfâî, mektûbu okuduktan sonra; “Ne diyeyim! Eğer nasihate gücüm yetmez desem, riya olur. Eğer gücüm yeter desem, hoş birşey olmaz. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâ-hil aliyyil-azîm” dedi. Sonra kâğıt istedi. Talebelerinden Ahmed bin Abdülmuhsin Tarrî’ye şöyle yazdırdı:
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd-ü senalar olsun. Onun Resûlüne ( aleyhisselâm ) salât ve selâm olsun. Nasihat isteyen mektûbunuz bana ulaştı. Peygamber efendimiz; “Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir” buyurdu. Eğer bu hadîs-i şerîf olmasaydı, sana bu nasihati yapmazdım. Çünkü, senin gibi insanlara nasihat için iki şart lâzımdır 1-Nasihat edenin ihlâslı olması, 2-Amel etmek şartıyla, din kardeşinin yaptığı nasihati kabûl etmek.
Ey mü’minlerin emîri! Resûlullahın sünnetine tâbi olmak sûretiyle, Allahü teâlânın emirlerini nefsinde yaşar ve Allahın emirlerine saygı gösterirsen, insanlar da senin me’murlarına saygı gösterirler.
Ey emir! Bizans Kayserinin ve mecûsî sultanlarının memleketlerindeki kuvvetlerine bakma. Onlar câhil oldukları için, hakdan uzaklaşıp, dünyalıklara yöneldiler. Onlar ölünceye kadar dünyâ muhabbeti ve arzusu ile yaşadılar. Emri altında olanlara, yumuşaklıkla iyi muâmale etmediler. Onlara güç gelecek işler emrettiler.
Ey mü’minlerin emîri! Sana gelince; sen, müslümanların malını, canını ve memleketlerini muhafaza et. Her işinde Allahü teâlâdan kork. Her hâlinde Resûlullahın ( aleyhisselâm ) emrine uy. O zaman sen, Allahü teâlânın himâyesinde, Resûlullahın gölgesinde olur, sözü geçerli biri olursun. Allahü teâlânın meleklerden olan orduları ile dâima yardım olunursun.
Ey mü’minlerin emîri! Bu dünyâda, yiyecek, içecek ve giyecek şeylerden sana her gelene dikkat et İnsanlara zulm etmekden sakın. Şeytan seni aldatıp zulme yönelttiği zaman, nefsine şöyle sor “Şayet zulmedilen, hapsedilen, kahredilen, iftira edilen sen olsaydın, kendin için sultandan ne isterdin?” Kendine nasıl muâmele edilmesini istiyorsan, insanlara öyle muâmele et. Çünkü sen böyle yaparsan, adâleti ve insanlığın icâbını yerine getirmiş olursun. Şunu iyi bil ki senin mülk ve devletin, Allahü teâlânın mülküne göre pek azdır. Sen ve senin mülkün, Allahü teâlânın mülküdür.
Ey mü’minlerin emîri! Senin dünyâda nasîbin; seni gölgeleyecek miktarda gölge, seni örtecek kadar elbise, seni doyuracak kadar yiyecek, mallarından sana âit olan miktardır. Sen, Allahü teâlânın emirlerine riâyet etmek sûretiyle, O’na karşı olan edebi gözetirsen, Allahü teâlânın lütuf ve ihsânlarına kavuşursun. Allahü teâlânın emrine uymaz, mahlûklarına zarar verirsen, zâlim olursun.
Ey mü’minlerin emîri! Şunu iyi bil ki, sultanların ordusu, adâlettir. Bekçileri, yaptıkları işlerdir. Hâllerini bildiren defterleri ise, emri altında çalışanlar ve arkadaşlarıdır. Bu defterler, halkın gözü önündedir. Onun için bu defterleri ıslâh et, muhafazasını sağlam yap, ordunu kuvvetlendir. Akıllı ve dindar kimselerle beraber ol. Katı kalbli, zâlim ve dalâlette olan (sapık) kimselerden uzak dur. Çünkü böyle kimseler, senin düşmanlarındır. İşlerini, kadınların, gençlerin ve mürüvvetsiz kimselerin eline verip, onların oyuncağı hâline getirme. Çünkü onlar işleri karıştırır, kötü bir şekilde sonuçlanmasına sebep olurlar. Bir işi yapmak istediğin zaman, o işte insaflı ve adâletli ol ki, hakkı olmayan birine o işi teslim etmiyesin. Allahü teâlâyı zikret. Kendini haksızlık yapmaktan uzak tut. Çünkü bulunduğun makam, hak üzere bulunulacak, hak üzere yürünülecek bir makamdır. Kızdığın zaman affa sarıl. Çünkü affetmek sûretiyle yapacağın hatâ, ceza vermek sûretiyle yapacağın hatadan daha iyidir.
İşlerinde, dindar, hikmet ehli, din gayreti bulunan kimseleri seç. Onlar arasından da, tabiat bakımından güzel, akıl bakımından olgun, görüşü ve konuşması iyi, delili sağlam olanlarını seç. Allah ve Resûlünü en iyi bilen kimseleri seç. Adâlet husûsunda, iyi veya kötü, mü’min veya kâfir, herkese eşit muâmele et Dînin ve din ehlinin (âlimlerin) hakkını gözet. Vefât edip Rabbine kavuştuğun zaman, akıbetinin iyi olmasına vesile olacak işleri yap.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-5, sh. 152
2) El-A’lâm cild-3, sh. 314
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 526, 527
4) Tiryâk-ül-muhibbîn mukaddimesi
5) Brockelmann Gal. 2, sh. 160