Eshab-ı kiramın büyüklerinden Abdullah bin Zeyd radıyallahü anh anlatıyor: Basra şehrinde bir zengin aile vardı. Allahü teala bunlara öyle güzel bir erkek evlat verdi ki, sanki gökten ay inmiş hanelerine girmişti. Delikanlı olduğunda Basralılar, kızlarını bu gence vermek için yarış ediyorlardı. Fakat gencin annesi, bunların hiçbirini oğluna layık görmüyordu.
Bir gün, bu genci benim vaaz ettiğim camiye getirdiler. O günkü sohbette şunları anlattım:
“... Allahü teala Cennet’te köşkler yarattı. Her bir köşkte bir taht kurulmuş, her bir tahtın üzerinde bir huri oturur ki, bir tanesi dünyaya yüzlerini gösterselerdi, iki yanaklarının nuru ayı karartır, güneşi mat ederdi... Bu makamlar ve bu güzel hurileri Rabbimiz günah işlemeyen, Allah yolunda canını feda edenlere ihsan edecektir?..”
“HARP ÖYLE YAPILMAZ!”
Genç, bu dinlediklerini annesine anlatınca; “İşte sana bu hurilerden başkası eş olamaz” demiş. Bir gün bana kırk bin altın göndermiş ve “Bu altınlar oğluma alacağım hurilerin mehridir. Bunları fukaraya dağıtsın” demiş.
O günlerde, cihad ilan olunmuştu. Mücahidler harbe hazırlanıyordu. O zengin kadın oğlunu bana getirdi ve;
-Oğlumu sana getirdim senin ile gazaya gitsin, diye ricada bulundu...
Nihayet kafirler ile Müslümanlar karşılıklı saf bağladı. Bizim genç, güzel gazimiz gözlerini semaya dikiyor, bakıyor. Tekrar saldırıyor, şehit olmak istiyordu. Koşarak yanına vardım ve dedim ki:
-Yiğidim, harp öyle yapılmaz! Cihad, düşmanı saf dışı bırakmaktır. Sen kendini feda etmeye uğraşıyorsun.
-Efendim, benim gördüğümü gören, bin canı olsa fedaya hazırdır.
-Ne görüyorsun?
“HURİLER BENİ ÇAĞIRIYOR...”
-O gün camide vaaz ettiğin zaman, bize müjdelediğin şeyleri işitmiş fakat görmemiştim. Şimdi o söylediğin makamları görüyorum. Resul aleyhisselam bana kucak açtı. Yetmiş kadar huri beni çağırıyor...
Bunları söyledikten sonra tekrar düşmana hamle etti ve arzu ettiği şehadete kavuştu...
Düşman bozulmuş, kaçıyordu. Cesetler ve yaralılar arasında o yiğidi buldum. Bir mübarek koku dimağımı doldurdu. İki gül yanağı henüz solmamıştı. Dudakları oynuyordu. Dinledim “La ilahe illallah” diyordu. Tebessüm ederek eliyle semayı gösterdi. Sanki bana “Ben muradıma nail oldum” diyordu ve öylece kaldı...