Dizdarzâde Ahmed Efendi Osmanlı devri âlim ve velîlerindendir. Karaman’da doğup yetişti. Müderrislik yapıyordu. 1596’da ayrıldı. Bir müddet Diyarbakır’da mal müfettişliği yaptıktan sonra tasavvufa yöneldi. Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinden hilâfet aldı. Daha sonra Edirne’ye gidip yerleşti. Yaptırdığı câmide vaaz verip medresede de talebe yetiştirdi. 1623 yılında vefât etti... Bu mübarek zat, bir sohbetinde buyurdu ki: “Eğer bir kimseyi bilmek istersen kendisine sorma, yakınlarına bak. Eğer onun yakınları şerli ise araştırmaya lüzûm yoktur. Hemen ondan kaç. Eğer yakınları hayırlı ise ona yaklaş. Meselâ bir âlim etrafında toplanan talebelere ve bir şeyh etrafında toplanan dervişlere bakmalı, eğer bunların işlerinde İslâmiyet’e zıt hâller görülürse onların reisleri de gerek âlim, gerek şeyh, hiç şüphe yoktur ki, dünyâ ehlidir. Eğer halleri İslâmiyet’e tam uyuyorsa âhiret ehlidir.
Dizdarzâde Ahmed Efendi vefatından evvel buyurdu ki:
“Âhiret seferi uzak seferdir. Yollarında nice korkular vardır. Fakat bu dünyâ fânidir. Bâki olan ancak Allahü teâlâdır. Bunun böyle olduğuna yüz yirmi dört binden ziyâde peygamberin ölümü şâhittir. Herkes onların gittiği yola gidecektir. Allahü teâlânın buyruğu böyledir. Zamânı gelince can emânetini geri vermek zarûridir. Ah edip döğünmek, ağlamak, çırpınmak nâfiledir. İnsan Allah tarafından çağrılınca dil dolaşır, gözlerin önündeki gaflet perdeleri açılır, gidilecek yol görünür. Artık yerlere yüz süre süre gitmekten başka çâre yoktur...
GÜL BENİZLER SOLACAK!..
Ölüm bilinmeyen bir şeydir. Gelmeden görünmez, gelince de aman vermez. Ölüm seferine çıkanın bir daha geri dönmesine imkân yoktur. Bu yalan dünyâ nice defâlar dolup boşalmıştır. Ölüm nice anaların yavrusunu almış, nice babaların boynunu bükmüş, nice yavruları anasız, babasız koymuştur. Herkes birbirinin öldüğünü, gül benzinin kara toprakta solduğunu görür. Bununla berâber dünyâya bağlanmaktan vazgeçmez, dünyâ derdini çeker, dünyâ işine dalar. Fakat nihâyet yaptığını bırakıp gider. Böyle olduğu hâlde kimse aklını başına toplayıp yalancı dünyânın hâlini anlayamamakta ve bu yolculuğa hazırlanmamaktadır...”