Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri, büyük velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimidir. 859 (H.245) senesinde Basra’da vefât etti. Bu mübarek zat, bir sohbeti sırasında buyurdu ki:
“Allahü teâlânın ahkâmını bilmeyen kimse, Allah’ı bilemez. İnsan ancak Allahü teâlânın emirlerini bilmekle mârifetin esâsına erer. Rabbini bilirse, O’nun hükümlerini ve emirlerini bilir ve gücü yettiği kadar onları tutar. Böylece onun üzerinde sıdk, doğruluk alâmetleri belirir. Sonra doğrulukta iyice meleke kazanır, sâdıklardan olur.” Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri tasavvuf yolundaki talebelerin dikkat edecekleri hususları açıklarken hac yolculuğu husûsunda şöyle buyurdu:
“Tasavvuf yolundaki talebeler için, nefslerine uyarak yaptıkları seferden daha zararlı bir şey yoktur. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen; (Yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve Allah yolundan alıkoymaya çalışanlar gibi olmayın...) [Enfâl sûresi: 47] buyurdu.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîfte; “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, ümmetimin zenginleri hacca seyâhat için giderler. Orta durumda olanları ticâret için, kurrâlar (Kur’ân-ı kerîm okuyucuları) riyâ için, fakîrler de dilenmek için giderler. Ana-baba ve hocanın rızâsı ve izni olmadan yola çıkmamalıdır. Eğer izinsiz çıkarsa, seferinde birçok engelle karşılaşır ve yolculuğunda bereket olmaz” buyurdu...
“BU NASIL OLUYOR?..”
Ebû Türâb Nahşebî’nin bir talebesi vardı. Allahü teâlâya olan muhabbetinin çokluğundan, her gün yüzlerce defa kendinden geçip bayılırdı. Bir gün hocası, kendisine; “Sen Bâyezîd-i görsen daha çok derecelere kavuşurdun” dedi ve o talebe ile beraber Bâyezîd’in yanına geldiler. Bâyezîd-i Bistâmî ile o talebe göz göze geldikleri anda talebe düşüp vefât etti. Bunun üzerine Ebû Turâb Nahşebî dedi ki: “Yâ Bâyezîd, bu talebe öyle idi ki, Allahü teâlânın aşkı ile kendisinde bâzı hâller olur, kendisinden geçerdi. Fakat sizi bir defâ görmekle düşüp can verdi. Bu nasıl oluyor?” Bâyezîd-i Bistâmî buyurdu ki: “O kişinin hâli doğru idi. Önceden, onun müşâhedesi, kalp gözü ile görmez kendi makâmı kadar idi. Beni gördüğü anda, müşâhedesi benim makâmım kadar oldu. Lâkin o kimse buna tâkat getiremeyip, can verdi.”