Ebü’l-Abbâs Dîneverî büyük velîlerdendir. 951 (H.340) senesinde Semerkand’da vefât etti. Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmuş ve muhabbet deryâsına gark olmuştu. Her türlü ilimde üstâd, fazîletler sâhibi, gâyet fasîh, güzel ve düzgün konuşan, hikmetli sözler söyleyen, İslâmiyet’e son derece bağlı mübârek bir zât idi. O, zamânındaki câhil kimselerden sakınır, ilimden haberi olmayan câhil tarîkatçılardan da son derece müşteki idi. Onların yaptıkları şeylerin din ile bir ilgisi olmadığını, şu sözleriyle beyân etmiştir: “Evliyânın yolu bu mudur?”
“Bu kimseler tasavvuf yolunu değiştirdiler, büyüklerin doğru yolunu bozdular. Kendilerine göre bâzı isimler uydurup, bunlara da yanlış mânâlar vererek tasavvufun asıl mânâsını bozdular. Meselâ: Tamah kelimesine ziyâde, edepsizliğe ihlâs, boş arzular peşinde koşmaya selâmet, kötü (kerih) işlerle meşgûl olmaya lezzet, dünyâya dalmaya vuslat ismini verdiler. Allahü teâlânın râzı olduğu yoldan ayrılıp, sapık yollara dalmak, onlara göre şenliktir. Kötü huylar, onlar için kuvvettir. Evliyânın yolu bu mudur? Halbuki bu büyüklerin yolu; edepli olmak ve dünyâya ehemmiyet vermemek üzerine kurulmuştur. Allahü teâlâ o büyüklerden râzı olsun...”
Sözleri çok tesirli idi...
Ebü’l-Abbâs Dîneverî, sözü özüne, ilmi ameline uygun bir zât olup, sözleri ve hâlleri hep doğru idi. O, Allahü teâlâya muhabbetten, Allahü teâlâyı sevmekten bahsetmeye başlayınca kendinden geçer, O’nu tefekkür etmeğe başladığı zaman ise kendini bir hâl kaplardı.
Ebû Abdurrahmân Sülemî şöyle anlatır:
“Bir gün Allah sevgisinden bahsediyordu. Anlatılanlar o kadar tesirli idi ki, oradan geçmekte olan bir ihtiyar kadıncağız bu sözleri duyarak kendinden geçti. Allah diye feryâd etti. Dîneverî; ‘Eğer bu hâlinde sâdık isen kendini göster’ buyurdu.
Kadıncağız ayağa kalktı, birkaç adım attı, dönüp Dîneverî hazretlerine baktı ve orada canını sevdiğine (Allahü teâlâya) teslim etti...