Abbas bin Muhammed el-Bağdâdî 185 (m. 801)’de doğdu 271 (m. 884)’de Safer ayının ortalarında vefât etti. Abbas bin Muhammed el-Bağdâdî, Sa’îd bin Âmir ed-Dab’î, Esved bin Âmir eş-Sâzân, Ahves bin Cevâb, İshâk bin Mansûr es-Selûlû, Hüseyn bin Ali el-Ca’fî, Hüseyn bin Muhammed el-Mervezî, Hâlid bin Muhalled, Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî, Abdurrahmân bin Mus’ab el-Kettân, Abdullah bin Yezîd, Yahyâ bin Ebî Bekr el-Kirmânî ve birçok âlimden ilim öğrenmiş ve hadîs almıştır... “O doğru bir zât idi” Ya’kûb bin Süfyân, Ebü’l-Abbâs bin Şüreyk el-Fakîh, İbni Ebîddünyâ, İbni Ebî Hatim, el Begâvî, Ebû Ca’fer bin el-Behterî ve birçok âlim Abbas bin Muhammed el-Bağdâdî’den ilim öğrenmiş ve rivâyette bulunmuşlardır. İbni Ebî Hâtem, Mesleme, İbni Hibbân ve Nesâî O’nun sika (sağlam, güvenilir) bir râvi olup, sâlih ve her şeyi ile doğru bir zât olduğunu söylemişlerdir. İmâm-ı Esamise “Benim üstadlarım onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerde herhangi bir noksanlık görmedikleri gibi rivâyetlerini tasvîb etmişlerdir” buyurdu. Halîlî, O’nun adaleti hususunda bütün hadîs imamlarının ittifak ettiklerini, fakat rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin Buhârî ve Müslim’de bulunmadığını beyân etmiştir. Onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler Sünen kitablarında (Sünen-i İbni Mâce, Sünen-i Nesâî, Sünen-i Ebû Dâvûd, Sünen-i Tirmizî) mevcuttur.
“İmanı kurtarmak için...” Abbas bin Muhammed el-Bağdâdî buyurdu ki: “Fıkıh ilmi, nakli esas alan doğru bir ilmihal kitabından öğrenilir. Bir Müslümanın, imanını ehl-i sünnet itikadına göre düzelttikten sonra, imanın gereği olan amellerini ilmihale uygun yapması gerekir. Ayrıca imanını tehlikeye düşürecek iş ve sözlerden de uzak durmalıdır. Çünkü iman ne kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür. İmanı kurtarmak için ibadetleri yapmak ve haramlardan kaçmak gerekir. Bilhassa küfre düşürücü söz ve hareketlerden sakınmalıdır...” Abbas bin Muhammed el-Bağdâdî’nin son sözü şu hadis-i şerif olmuştur: “Âlim ile âbid, kıyamet günü mahşerde toplandıklarında, ibadet edene ‘Cennete gir’ denir. Âlime ise ‘Sen dur da insanlara şefaat et’ denir...”