ARA
MEŞHURLARIN SON SÖZLERİ
Büyük âlim ve devlet adamı Celâlzâde Sâlih Çelebi, medrese tahsîlini tamamladıktan sonra, İstanbul’da İbn-i Kemâl Paşanın derslerine devâm etti. Meşhûr hattât Şeyh Hamdullah’tan hat sanatını öğrendi. Yazısı çok güzeldi. Bir taraftan ders okuyup, bir yandan da hocası İbn-i Kemâl’in bâzı eserlerini temize çekerdi. 1520 senesinde Kânûnî Sultan Süleymân’ın tahta çıkmasından sonra Celâlzâde, İbn-i Kemâl’in yanından ayrılarak, pâdişâhın hocası Hayreddîn Efendiye talebe oldu. Ondan icâzet, diploma aldıktan sonra, Edirne’deki Sirâciyye Medresesine müderris tâyin edildi. Sonra çeşitli vilayetlerde kadılık yaptı...
Çok cömert bir zat idi
Sâlih Çelebi, yumuşak huylu, temiz kalbli, vefakâr ve birâderi Mustafa Çelebi gibi çok cömert idi. Gerek kâdılığı zamânında ve gerek emekli bulunduğu zamanda, fakirlere, akrabâsına ve civârındaki muhtaçlara yedirir, içirir, elbise ve para vermek sûretiyle yardım ederdi. Sanki fakirler babası gibiydi. Her gece sofrasında dostları ve talebelerinden misâfirleri bulunurdu.
Sâlih Çelebi, elli yaşını geçtiği hâlde, dînî çalışmalarına mâni olur diye evlenmedi. Daha sonra Mısır Kâdılığı esnâsında, annesi tarafından verilen bir câriye ile evlenerek, bundan İshak adında bir oğlu oldu. Bu çocuğun on yaşlarında vefât etmesi, Celâlzâde’yi çok müteessir etmiş ve bu üzüntüsü sebebiyle, manzûm olarak kısa bir zamanda Leylâ ve Mecnûn hikâyesini kaleme almıştır.

“Dünyâ denen ülke!..”
1563 yılında vefât eden Sâlih Çelebi Eyüp Sultan Nişanca’sında birâderi Mustafa Çelebi’nin yaptırdığı câminin bahçesinde yol kenarında defnedildi. Vefat etmeden önce söylediği bir şiirinde, günümüz diliyle şöyle diyor:
“Dünyâ denen ülkenin durağı geçici imiş./ Emir, vezîr ve pâdişâhların hepsi buradan geçer./ Ölümsüz ve hayy olan Allahü teâlânın takdiri erince toprağa izzet ve mevkî sahiplerinin tohum gibi düştüğünü görürsün./ Allahü teâlânın yardımı ile bu eşsiz kardeşe fazîlet, irfan ve ilim asker olmuştu./ Bu zamanda o, âhiret tarafına yöneldi, ona Hakk’ın rahmetinden lütuf dile...”
Tüm İçerikler