Yaşlı bir zat kendisine bir ibadethane yaptırmış, halktan uzak olan bu yerde ibâdetle meşgul oluyordu. Bir gün, ağaçlar arasında gezinirken bir delikanlı ile genç bir kadın gördü. Delikanlı kadına şöyle diyordu:
“Benimle gelirsen sana şu kadar para veririm...” “BEN DAHA ÇOK VERİRİM!..”
Kadın, gencin teklifini kabul edip peşinden gitmeye başladı. Yaşlı zat kadına yaklaşıp;
“Onunla değil de benimle gelirsen sana şu kadar para veririm!” diyerek, o gencin söylediğinden daha fazla para teklif etti. Bunun üzerine kadın o genci bırakıp adamın peşinden geldi, içeri girdiler. Yaşlı zat kadına;
“Bir insan bir suç işlerse, bunu da iki şahit görse, o adamın hâli ne olur?” dedi.
Kadın, düşündü ve;
“Mutlaka cezalandırılır” cevabını verdi. Adam, bu sefer;
“Ya iki değil de dört şahit olursa ne olur” diye sordu. Kadın;
“O zaman ceza alması daha kesinleşir” dedi.
Bunun üzerine adam asıl söyleyeceklerini söyledi:
“Ey kadın! Biz şimdi buradayız. Bizim yapacağımız işe şahit olan dört kişi var!”
Kadın, odada dört kişi olduğunu zannederek, birden fırladı ve bir yandan da adama soruyordu:
“Hani, neredeler?”
Yaşlı zat onun sorusuna şöyle cevap verdi:
“SUÇLU, CEZASINI ÇEKER!..”
“O dört kişi; ikisi senin omuzlarında, ikisi de benim omuzlarımdaki meleklerdir. Bu mahkemeyi yapacak olan da Allahü tealadır. Bu durumda suçlular ceza almazlar mı? Bu durumda biz bu menhiyatı, haram olan bir fiili niçin işleyelim? Resulullah efendimiz (Ey gençler, namusunuzu koruyun, zina etmeyin!), (Kötülükten korunmak için, nikâhlı yaşayın ve iffetli olun!), (İyi bilin ki, namusunu koruyana Cennet vardır.) (Bir kadın, beş vakit namazını kılar, namusunu korur, kocası ile iyi geçinirse, dilediği kapıdan Cennete girer) buyuruyor” dedi.
Bu sözler kadına çok tesir etmişti. Son derece üzülen ve tövbe eden kadın, bir kere “Allah!” dedi ve yere yığılıp kaldı. Bir daha da kalkamadı. Çünkü, çoktan ruhunu teslim etmişti. Samimi olarak pişman olan kadına Allahü teala “tövbe-i nasuh”u, yani gerçek tövbeyi nasip etmişti...