Gevher Nesibe Sultan, Selçuklu Hükümdarlarından II. Kılıçarslan’ın kızıdır. Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev’in de kız kardeşidir.
Gevher Nesibe Hatun, bir sultan kızıydı ama, o, asıl sultanlığın, “gönül sultanlığı” olduğunu bilir, seven ve sevilen gönüllerde taht kurmanın gerçek sultanlık olduğuna inanırdı... KARA SEVDAYA TUTULMUŞTU!..
O da sevmişti bir gün... Sarayın panjurları arasında gördüğü yağız benizli, kara kaşlı, genç bir sipahiye gönlünü kaptırıvermişti. Ancak, saray törelerine göre, evlenecek erkeği, kız değil sultan seçerdi. Üstelik, genç sipahinin de gönülcüğü Sultan kızı Gevher Nesibe’ye kaymış, bu sevda, alev alev sürüp giderken, sipahi, bir sefere yolcu oluvermişti...
Bu gidişin dönüşü olmamış, sipahi sınır boylarında aşkla dolu yüreğini, bedeniyle birlikte kara toprağın kara bağrına gömmüş, “kara sevda”ya tutulan Gevher Nesibe’yi gözyaşları içinde bırakmıştı...
O günden sonra, sımsıkı pancurların gerisine çekilen Sultan kızı, sararıp solmağa başlamış, bu da yetmezmiş gibi, üzüntüsünden ince hastalığa (verem) yakalanmıştı. Kardeşi Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev, ülkenin bütün doktorlarını toplamış, ilaçlar yaptırmış; ama nafile!.. Çaresini bulamamışlar bu hastalığın...
Gevher Nesibe Hatun, artık son anlarını yaşamaktadır. Sultan Gıyaseddin son dileğini sorar çok sevdiği kız kardeşine. Gevher Nesibe Hatun da şöyle vasiyet eder:
“ARTIK AHİRET YOLCUSUYUM!..”
“Ben devasız bir derde düştüm, kurtulmama imkân yok, hiçbir hekim derdime çare bulamadı; ben artık ahiret yolcusuyum, eğer dilersen benim adıma bir şifahane (hastane) yaptır! Bu şifahanede bir yandan dertlilere şifa verilirken, bir yandan da çaresi olmayan dertlere çare aransın. Bu şifahane ünlü hekim ve cerrah yetiştirsin. Burada kimseden bir kuruş para alınmasın. Burası benim adıma bir vakıf olsun...”
Evet, bu güzel ve ihlaslı Türk kızının acıklı hikâyesi, muhteşem bir binanın yapılmasına vesile olurken, Kayseri de; bugün Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan büyük bir Selçuklu eserine kavuşmuş olur...