Büyük mutasavvıf Ahmed bin Ebü’l-Havârî, aslen Kûfeli olup, 780 (H.164)’de doğdu. Şam’da yaşadı. 844 (H.230) senesinde vefât etti.
Bu mübarek zat, Ebû Süleymân Dârânî hazretlerinin talebesidir. Ona talebe olduğunda, kendisine hiçbir zaman muhalefet etmeyeceğine söz vermişti. Gerçekten de ne emredilirse aynen yerine getiriyordu... YANAN FIRININ İÇİNE GİRDİ!
Bir defâsında dergâhın fırınını yakması emredilmişti. Gidip fırını yaktı. Sonra hocasının huzuruna gidip;
-Efendim, fırını yaktım, ne pişirmemizi emredersiniz? dedi.
Ebû Süleymân Dârânî o sırada huzûrunda bulunan topluluğa ders anlatıyordu. Onun suâline cevap vermedi. Duymadığını zannederek tekrar;
-Efendim fırın hazır, ne pişirelim? dedi.
Yine cevap vermeyince tekrar sordu. Üç defâ tekrarladıktan sonra hocası;
-Git fırının içine otur! dedi. Sonra sohbetine devam etti. Tatlı sohbet bir müddet daha devam ettikten sonra Ebû Süleymân Dârânî hazretleri kıymetli talebesi Ahmed bin Ebü’l-Havârî’yi hemen yanına çağırmalarını söyledi. Onu her yerde aradılar ama görünürde yoktu. Bulamadıklarını söylediler.
Bunun üzerine hocası; “Gidin fırının içine bakın!” dedi. Koşup fırına bakınca ateş arasında oturduğunu gördüler. Çağırdılar, hiçbir yeri yanmamıştı...
“KURTULUŞ YOLU NEDİR?”
Kendisi anlatır:
Bir gün Şam’ın mezarlığına girdim. Orada kapısı olmayan bir kubbe vardı. Fakat bir açık yerini bularak içine girdim. Bir süre sonra bir kadın kapı çalar gibi kubbeye vurdu. Ona; “Sen kimsin, böyle kubbeyi çalıyorsun?” deyince, bana; “Senden bir yol öğrenmek istiyorum” dedi. Ben de ona; “Kurtuluş yolu; üzerinde cezâlar, azaplar, engeller olan bir yoldur. Kurtuluşa ancak iyi muâmele ve dünyâ işlerini bırakıp âhiret işleriyle uğraşmakla ulaşılabilir” dedim. Kadın bunu duyunca ağlamaya başladı. Bir süre sonra düşüp bayıldı. Bu anda oraya gelen kadınlara ona bakmalarını söyledim. Baktıklarında kadının öldüğünü anladılar. Onlara; “Bu kadın kimdir?” dediğimde; “Kureyşli bir hanımdır. Uzun süreden beri kendini yemek içmekten men etmiştir. Ona bir şey söylendiği zaman, ‘beni tabîbimle baş başa bırakın. O beni iyi eder’ derdi” dediler. Ben bunun üzerine; “Hakîkaten tabîbi onu hakîki şifâya kavuşturdu” dedim.