Tâcüddîn bin Rıfâî, kerâmet ve fazîletler sâhibi idi. On üçüncü asrın ikinci yarısında yaşamıştır. Bu mübarek zatın bulunduğu yere yakın bir belde olan Hasankeyf’te, fakirlere âit bir vakıf ve buraya âit arâziler vardı. Bu vakfın ve arâzilerin mesulü, Muhammed bin Verşâne isminde biri idi. İbn-i Verşâne, bir gün fakirlerle birlikte İbn-ür-Rıfâî hazretlerinin yanına geldi...
“FAKİRLER SENDEN ŞİKÂYETÇİ!”
İbn-ür-Rıfâî buna; “Fakirlerin çoğu senden şikâyetçi” dedi. O ise, pişman olup özür dileyeceği yerde, İbn-ür-Rıfâî’yi de kendisine yalancı şâhid göstererek; “Sen de bilirsin ki, yalan söylüyorlar. Ben onların söyledikleri gibi değilim” dedi. Bu hâle çok üzülen İbn-ür-Rıfâî ona; “Eğer doğru söylüyorlar ise, o zaman sen bilirsin” dedi. Daha sözü bitmeden İbn-i Verşâne yere düştü ve oracıkta son nefesini verdi...
Tâcüddîn bin Rıfâî bir köyden geçiyordu. Orada kendisinin büyüklüğünü, yüksekliğini inkâr edenler vardı. İbn-ür-Rıfâî, o köyde cimriliği ile tanınan bir kimseden bir tavuk satın almak istedi. O da verdi. Tavuğu kesip pişirdiler ve birlikte yediler. Bâzı köylüler kemiklerini kapalı bir kaba koydular. Tâcüddîn bin Rıfâî’nin büyüklüğünü inkâr edenler de orada idi. İmtihân etmek ve kendisini zor durumda bırakmak için; “Bu tavuğun civcivleri vardı. Şimdi onlar anasız kaldı” dediler. İbn-ür-Rıfâî, bunların maksatlarını anlayıp, yedikleri tavuğun kemiklerinin bulunduğu kapalı kaba işâret etti. Allahü teâlânın izni ile o kaptan bir tavuk çıktı ve civcivlerin yanına gitti. Onun bu kerâmetine gözleriyle şâhid olan inkârcılar, hemen tövbe ve istigfâr ettiler.
ONA HEP SABREDERDİ...
Irak’ta Tâcüddîn bin Rıfâî’nin büyüklüğünü inkâr eden biri vardı. Ona dil uzatır, eziyet ve sıkıntı verirdi. Fakat Tâcüddîn hazretleri buna hiç cevap vermez, hep sabrederdi. Bir gün bu kimse, Şam’a gitmek üzere yola çıktı. Yolda hastalandı ve öldü. Bu sırada Tâcüddîn bin Rıfâî talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet esnâsında; “Bizi inkâr edip, eziyet ve sıkıntı veren falan kimse, Şam yolunda, falan yerde hastalandı ve öldü. Fakat öldüğü yer yol üstü olmadığından, cenâzesi orada günlerce güneş altında kalır, kimse göremez” dedi. Talebelerinin hepsi hayrette kaldılar. Sonra o kimse, gittiği Şam seferinden dönmedi. Merak edip araştırdılar. Hakîkaten durum, Tâcüddîn bin Rıfâî’nin bildirdiği gibi olmuştu.