Abdullah Yâfiî, on dördüncü asırda Yemen’de yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve evliyâdandır. 1298 (H.698) senesinde Aden şehrinde doğdu, 1367 (H.768)’de Mekke’de vefât etti... “KEŞİF VE KERAMET”
İmâm-ı Yâfiî hazretleri bir sohbetinde evliyânın kerâmetiyle ilgili olarak kendisine soru soran talebelerine şöyle buyurdu:
“Allahü teâlânın yardımı ile derim ki, evliyâda kerâmetlerin zuhûru, meydana gelmesi, aklen câiz ve naklen vâkidir. Aklen câiz olması: Allahü teâlâ her şeye kâdirdir. Kerâmetler de, mûcizeler kâbilinden mümkün olan şeylerdir.
Kerâmetlerin vukûu naklen sâbittir; bu husus, Kur’ân-ı kerîmde, hadîs-i şerîflerde ve haberlerde bildirilmiştir. Kur’ân-ı kerîmde, Âl-i İmrân sûresi otuz yedinci âyetinde hazret-i Meryem hakkında meâlen; “Bunun üzerine Rabbi, Meryem’i güzel bir kabûl ile kabûl buyurdu ve onu iyi bir şekilde yetiştirdi. Zekeriyyâ Peygamberi de ona kefîl (himâyesine me’mur) kıldı. Zekeriyyâ ne zaman Meryem’in bulunduğu mihrâba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. [Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?] dedi. O da; [Bu, Allah tarafından gönderiliyor. Şüphe yok ki, Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır] dedi” buyurulmuştur. Zekeriyyâ aleyhisselâm, yazın hazret-i Meryem’in yanında kış meyvesi, kışın da yaz meyvesi buluyordu. Yine Kur’ân-ı kerîmde, Meryem sûresi yirmi beşinci âyetinde hazret-i Meryem hakkında meâlen; “Hurmanın da dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş tâze hurmalar dökülsün” buyurulmuştur. Bu tâze hurma, zamânının dışında oluyordu.
Yine Mûsâ aleyhisselâmın annesine, oğlu Mûsâ’yı Nil Nehrine bir sepet içinde bırakması ilhâm olunmuştur. Ayrıca Eshâb-ı Kehf’in kıssası, köpeğin onlarla konuşması gibi hayret verici hâdiseler ve daha başkaları, kerâmetlerin naklen delilidir. Bütün buraya kadar zikredilenler, peygamber değil velîlerdendir.”
RÛH VE CESET BİRLİKTE!..
İmâm-ı Yâfiî hazretleri vefatına yakın günlerde bir sohbetinde buyurdu ki:
“Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Ölülerin illiyyîndeki veya siccîndeki rûhları, ara sıra, yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlarındaki cesetlerine iâde olunurlar. En çok cumâ geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar. Cennetlik olanlar, nîmetlere kavuşur. Azap görecekler, azâb olurlar. Rûhlar, illiyyînde veya siccînde iken ceset olmaksızın da, nîmetlenir ve azap çekerler. Kabirde ise, rûh ve ceset birlikte nîmetlenir. Yâhut azaplanır.”