Ali Kazvânî hazretleri, Osmanlı devrinde Suriye’de yaşayan velîlerdendir. 1483 (H.888) senesinde Suriye’nin Hama şehrinde doğdu. 1548 (H.955) senesinde hac farîzasını yerine getirdikten sonra, Peygamber efendimizi ziyâret için Medîne’ye giderken, Mekke-i mükerreme ile Tâif arasında vefât etti... KENDİSİNİ GİZLERDİ!..
Ali Kazvânî, Mekke-i mükerremede büyük âlim Abdülvehhâb-ı Şa’rânî ile görüşüp sohbette bulundu.
Bu mübarek zat, insanlar arasında makamını gizlerdi. Bir sohbet esnâsında Abdülvehhâb-ı Şa’rânî’ye şöyle dedi:
“Burası, Mekke-i mükerreme. Allahü teâlânın beldesidir. Kim burada iyi hâl ile görünürse, insanlar onun yanına koşuşur. Onu Allahü teâlâ ile berâber olmaktan alıkoyarlar. İşte bu sebepten, Mekke-i mükerremeye girdiğim zaman, dünyâyı seven birisi olarak göründüm, onlardan sadaka istedim. Onlar da, bu, dünyâyı seven birisi deyip, benden uzaklaştılar. Ben de, daha fazla Rabbime ibâdet etme imkânı buldum.”
Ali Kazvânî hazretleri sohbetlerinde buyurdu ki:
“Allahü teâlâyı hakkıyla tanıyan O’ndan başkasında sükûn ve râhat bulamaz.”
“Allahü teâlâya yaklaşmak, Allahü teâlânın velî kulları hâriç, bütün mahlûklardan uzaklaşmaktır. Allahü teâlânın velî kullarına yakınlık, insanı Allahü teâlâya yaklaştırır.”
“AHMAĞIN İLTİFATINA ALDANMA!”
“Ahmak olanların sana çok iltifatkâr davranması ve düşünmeden cevap vermesi seni aldatmasın.”
“Akıl ile berâber ruh, insanı âhirete, nefsin hevâ ve hevesine muhâlefet etmeye dâvet eder.”
“Allahü teâlâ hepimizi, yaptığımız iyi ameller ile gururlanmaktan muhâfaza etsin.”
“Akıl ile hevâ, yâni nefsin boş arzû ve istekleri, birbirinin zıddıdır. Aklın yardımcısı tevfîk (Allahü teâlânın yardımı), hevânın dostu ise yardımsız bırakılmaktır. Nefs bu ikisinin (akıl ve hevânın) arasındadır. Hangisi gâlib gelirse ona tâbi olur.”
“Dînin edeblerine riâyet etmeden, yolunun kâmil olduğunu iddiâ edenin delîli yoktur.”
“Kendisini fazla medheden kimse, başkasını da aynı derecede kötüler. Başkasını fazla kötüleyen, kendisini fazla medheder.”
Ali Kazvânî hazretleri vefat etmeden kısa bir zaman önce buyurdu ki:
“Allahü teâlâyı taleb ve O’nun rızâsını isteme husûsunda samîmî ve doğru olan, insanların kendisini terk etmelerine aldırmaz!”