Mâlik bin Dînâr hazretleri evliyânın büyüklerindendir. 748 (H.131) târihinde Basra’da vefât etti. Ömrünü Basra’da geçirdi. Güzel halleri ve çok kerâmetleri görüldü. Nefsini hesâba çeker, bir an onu boş bırakmazdı...
BÜTÜN MALINI TALEBELERE VERDİ...
Bu mübarek zat, gençliğinde mal mülk sâhibi bir zengin yiğitti. Hasan-ı Basrî hazretlerine talebe olunca, bütün mallarını ve parasını, fakir talebelere harcadı. Kalbinden Allahü teâlânın aşkından başka her şeyin sevgisini çıkardı. Basra’nın kuru veya yaş hurmasından yemezdi. Hurma mevsimi geçince; “Ey Basralılar! Benim hâlimi görüyorsunuz. Hurma yememekle bir şeyim eksilmedi. Sizin de hurma yemekle bir şeyiniz artmış değil” buyurarak nefsini, ibâdeti özler ve yapar hâle getirdi...
Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
“Kulun lüzumsuz ve boş sözlerle vakit geçirmesi, kalbi karartır, bedeni zayıflatır, geçim sebeplerini de zorlaştırır.”
“Bahar yağmurları yeryüzünü yeşillendirdiği gibi, Kur’ân-ı kerîm de kalbin yağmurudur ve onu canlandırır.”
Basra vâlisi bir gün Mâlik bin Dînâr’a; “Ey Mâlik, bize bu kadar ağır konuşabilmen için sana cesâret veren ve bizi karşı koymaktan âciz bırakan şey nedir biliyor musun?” diye sorduktan sonra cevabı kendisi verir: “Çünkü sen, dünyâya hiç kıymet, değer vermiyor ve bizden bir şey beklemiyorsun!..”
Mâlik bin Dînâr hazretlerinin yanına bir köpek gelip oturduğu zaman ona bir şey yapmaz ve uzaklaştırmazdı. “Onu neden kovalamazsın?” dediklerinde; “Bu köpek, kötü arkadaştan daha iyidir; kişinin iyi insanları yanında bulup da doğru yola gitmemesi, kötülük olarak kendisine yetişir” buyurdu...
BİR HASTAYI ZİYARETE GİDER...
Mâlik bin Dînâr hazretleri bir gün hasta ziyâretine gider. Orada şahit olduklarını şöyle anlatır:
“Hastanın hâlinden, son anlarını yaşadığı anlaşılıyordu. Kendisine Kelime-i şehâdeti telkin etmek (söyletmek) için uğraştım. Fakat ne kadar uğraştımsa söylettiremedim. O durmadan ‘on, on bir...’ diyordu. Sonra kendisine gelip bana; ‘Ey üstâdım! Önümde ateşten bir dağ var! Ne zaman şehâdet kelimesini söylemeye çalışsam, bu ateş bana hücûm ediyor’ dedi. Bunun üzerine mesleğini sorduğumda; malını ribâya veren, fâiz yiyen, ölçü ve tartıda hîle yapan biri olduğunu anladım...”