Sevbân bin İbrâhim, künyesi “Ebü’l-Feyz”, lakabı “Zünnûn”, nisbesi “el-Mısrî”dir. Güney Mısır’ın Sudan’a yakın sınır bölgesinde yaşayan Nûbe kabîlesindendir. Bu sebeple babası “en-Nûbî” nisbesiyle anılır. Mâlikî mezhebinin imâmı, Mâlik bin Enes hazretlerinin talebesidir.
Zünnun-ı Mısri hazretleri 772 (H.155) târihinde doğdu. 859 (H.245) târihinde Mısır’da vefât etti. “Dil, konuşmaktan men olundu!”
Bu mübarek zat, cenâb-ı Hakk’ın âşığıydı. O’nun sevgisi ile deli divâne olurdu. Darda kalanların dostu, dehşet içinde olanların tesellisi ve hasrette kalanların arzuladığı bir kimse idi...
Zünnun-ı Mısri hazretleri, bizzat kendisinin yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır:
İçi yemyeşil bir bağa uğradım, bir de baktım ki bir genç, elma ağacının altında namaz kılıyor. Kendisinin namaz kıldığının farkına varmadan selam verdim. Selamımı almadı. Tekrar selam verdim. Yine selamımı almadı. Sonra namazını uzatmadı. Namazını bitirdikten sonra parmağı ile toprak üzerine şu şiiri yazdı:
“Dil, konuşmaktan men olundu.
Çünkü o düşmanlığa sebeptir, belki afetleri celbedendir.
Konuştuğun vakit, Rabbini zikret.
O’nu unutma ve her halinde O’na hamdet.”
Bunu okuduğum vakit uzun uzun ağladım. Sonra ben de parmağımla yere şu şiiri yazdım:
“Hiçbir yazan yoktur ki, yerde çürümesin,
Fakat zaman, ellerin yazdığını, devamlı saklar.
Elinde kıyamet günü gördüğün vakit,
Seni sevindirecek olandan başka bir şey yazma.”
O genç, bunu okuduğu vakit, şiddetle haykırdı, sonra vefat etti. Onu kefenleyip defnetmek istedim, fakat; “Onun cenazesini melekler kaldıracaktır” diye bir ses işittim. Bunun üzerine çekilip ağaca doğru yürüdüm ve ağacın altında iki rekat namaz kıldım. Sonra cenazenin bulunduğu yere baktım. Cenazeden ne bir eser gördüm ve ne de bir haber alabildim. Kullarına istediği gibi ihsan eden Allahü tealayı tesbih ederim...