ARA
OSMANLI HİKAYELERİ
 Koca Râgıp Paşa hem vezir, hem de kitap te’lifiyle uğraşan takvâ sâhibi âlim bir zât idi. Halkın arasından geldiği için, vezirliği esnasında sık sık İstanbul sokaklarında dolaşır, insanlarla konuşurmuş. Nüktedân, şakacı ve âlicenap bir mizâcı varmış. Bir gün yanında birkaç devletlü ile Bayezit’ten Aksaray’a doğru giderlerken arkadaşlarından biri ona, yolları üzerindeki Kuyucu Murad Paşa türbesinde, sözünü dudaktan esirgemeyen bir türbedâr bulunduğunu söylemiş. Paşa, biraz sonra türbeden içeri dalmış. Tabiî diğerleri de... Türbedâr, sadrâzamın geldiğini görünce pek sevinmiş ve onu elinden geldiğince ağırlamış. Lâkin o gün paşanın muzipliği üzerindedir ve adamı sinirlendirip sözdeki cesâretini görmek ister. Sonra aralarında şu konuşma cereyan eder: — Bak a türbedâr! Burada yatanın eski ve büyük bir sadrâzam olduğunu biliyorsundur. Bu sebeple mezarına çok dikkat ve itina göstermelisin.— Biliyorum devletlüm; gösteriyorum da!.. — Haa çok güzel!.. Memnun oldum. Her gün sandukasının ve sarığının tozlarını alıyor musun? — Alıyorum efendim.— Çok iyi, zira rahmetli büyük adamdı. İhmâle gelmez ha, ortalığı her gün silip süpür e mi?Türbedâr bu ısrar karşısında biraz renk değiştirerek cevap verir:— Peki efendim, ihmâl etmeyiz.— Amma bilhassa tekrar ediyorum; kavuğunda, puşidesinde bir zerre toz bulunmamalı.Artık türbedârın tepesi atmıştır:— Olur, olur dedik ya devletlüm! Lâkin şurasında burasında biraz toz olsa ne çıkar sanki? Bu kerata yerinden kalkıp düğün-bayram alayına gitmiyor ya! Paşa, ağzının payını aldıktan sonra kahkahayı koyverip, türbedârın gönlünü almış; bir kese de altın bırakarak, beraberindekilerle birlikte oradan ayrılmışlar.
 
Tüm İçerikler