Fâtih Sultan Mehmed Hân hazretleri, Topkapı Sarayı’nı yaptırdığında burası şimdiki gibi büyük binâlardan müteşekkil değildi. Ama Hz. Fâtih buradaki bir odayı, hazîne odası adıyla müze yaptırmayı ihmâl etmemişti. Burada hem ata yâdigârı silahlar, hem de kıymetli mücevherât muhâfaza edilirmiş. Dünyada henüz modern müzecilik anlayışı gelişmeden kurulan bu Osmanlı müzesinin, Yavuz Sultan Selim Hân’dan sonraki en kıymetli eserleri hiç şüphesiz Mukaddes Emânetler olmuştur.Hz. Fâtih’in hazîne odasında çok kıymetli bir mücevherât koleksiyonu olduğu bilinmektedir. Hatta müsâfir elçilere ve hükümdarlara bu oda gezdirilir ve bu koleksiyon gösterilmiş. Gedik Ahmed Paşa, Alâiye’yi (Alanya) fethettiği zaman esir aldığı Kılıç Arslan’ı İstanbul’a getirmişti. Hz. Fâtih, mağlup bey’i hoş karşıladı ve ona Gümülcine sancağını timar olarak verdi. Kılıç Arslan’ın bir hasleti de elmas’ın iyisini bilip bunları renge çekmesi, yani yontması idi. Kendisi, XV. asrın en usta elmastraşlarından biri olarak tanınıyordu. Hz. Fâtih, onu Gümülcine’ye uğurlarken, koleksiyonunda bulunan iri bir elması da renge çekmesi için kendisine teslim etti. Ne var ki Kılıç Arslan, Mısır ile anlaşmış ve gönderilen bir deniz vâsıtası ile Gümülcine’den Mısır’a kaçmıştı. Her Müslüman-Türk gibi hükümdarlar da ister gâlip, ister mağlup olsunlar, emânete riâyet ederler; aksini şerefsizlik sayarlardı. Kılıç Arslan da bir yolunu bulup Hz. Fâtih’in taşını İstanbul’a gönderdi. Taş, Gedik Ahmed Paşa’nın eline geçti ve o da, Sultan Fâtih hazretlerinin hâfızasını sınamak için taşı kendisine gösterip:— Hünkârım, dedi, bir kuyumcu getirmiş, satmak istiyor.Hz. Fâtih, taşı eline aldı ve incelemeye başladı. Ömrü boyunca birbirine benzer sayısız elmas gören gözleri, bu taşı diğerlerinden ayırmakta zorlanmadı ve:— Bu benim renge çekilmek üzere Kılıç Arslan’a verdiğim taştır, deyiverdi. Sonra da vezirine, imtihan edilmekten hoşlanmadığını îma eden sözler söyledi.