ARA
OSMANLI HİKAYELERİ
 19. Yüzyıl, Avrupa devletlerinin Osmanlı’nın iç işlerine müdahale olaylarıyla doludur. Özellikle Hristiyan Osmanlı tebaasının haklarını korumak ve güvenliğini sağlamak maskesi altında yapılan bu müdahaleler, aslında emperyalist taarruzun inkişaf safhasını teşkil eder. Ana hedef, Avrupa’nın doğusunda, Ortadoğu’da, Afrikanın kuzeyinde yeni nüfuz ve hakimiyet sahaları teşkil etmekti. Şüphesiz, bize karşı blok halinde yüklenen devletler, kendi aralarında da kıyasıya çekişmekteydiler. 1860 senesinde Lübnan’da alevlenen Maruni-Dürzi çatışmasının arkasında da bu türlü oyunlar ve hesaplar vardı. Fransa Marunileri kışkırtıyor, İngiltere Dürzileri kolluyordu. Derken silahlar patladı, cinayetler işlendi ve kargaşalıklar Şam’a kadar yayıldı. Nihayet bu iki devlet, şer ittifakının diğer kolları olan Rusya, Almanya ve Avusturya’yı da kollarına takıp Osmanlı Hükûmetini Paris’te konferans masasına oturttular.Bu konferansta alınan kararlardan biri de Lübnan’ın “İmtiyazlı Sancak” durumuna getirilmesi ve Hristiyan bir mutasarrıfın idaresine bırakılmasıydı. Haziran 1861’de imzalanan protokole göre de, Vezaret rütbesi verilecek Mutasarrıf, Osmanlı Hükûmetince seçilecek ve üç yıl süreyle görevde kalacaktı. Böylece tarihimizde ilk defa bir Hristiyana Vezir payesi veriliyordu. Bab-ı Âlî Lübnan’a, o sırada telgraf müdürlüğü yapan David adlı Katolik bir Ermeni’yi mutasarrıf tayin etti. David efendi, bir Ramazan günü Sadrazam Âlî Paşanın konağına iftar yemeğine davet edildi. Orada velînîmetlerine hulûs çakmak için, aslında Müslümanlığı pek sevdiğini söyledi. Hatta kendi dindaşlarının tepkisini çekmese, cami cami dolaşırdı(!) Riyakarlıkta fazla ileri gitmeye başlayınca, Âlî Paşanın sarı taştı ve biraz sertçe, biraz aşağılayıcı, biraz tekdir edici bir ses tonuyla susturdu bu Hristiyan Vezir müsveddesini:“Bak David Efendi! Şunu bil ki, senin bugünkü itibarın ve vezaretin Hristiyanlığından dolayıdır, yoksa Müslümanlığa meylinden değil!...
Tüm İçerikler