Bir gün Yavuz Sultan Selîm'e bâzı kimseler gelerek Amasya'da Gümüşlüoğlu Şeyh Mehmed'in, Sultan Korkut sağdır diye propaganda yaptığını ve başına adamlar topladığı nı bildirdiler. Bunun üzerine Pâdişâh şeyhi getirtip İstanbul'da hapsettirdi. Şeyh Mehmed Efendi doğru sözlü, ihlâslı ve muhterem bir zâttı. Bunu bilen Vezîriâzam Pîri Paşa derhal Pâdişâhın yanına gelerek Şeyh Mehmed hakkındaki sözlerin asılsız olduğunu ve bunu tahkik için mûtemed birisinin memur edilmesini arzetti. Bunun üzerine Sultan Selîm Han da; "Ehl-i vukûftan birisini bana gönder." diye tenbihledi. Celâlzâde Mustafa Çelebi'yi gören Pîri Paşa; "Dîvânda meseleler görüşüldükten sonra pâdişâhın yanına gideceksin, bir yere ayrılma." diye bildirdi. Pâdişâhın huzûruna çıkacağını duyan Celâlzâde büyük bir heyecan geçirdi ve dîvân müzâkerelerinden sonra arz odasına girdi. Sultan Selîm Han bu esnâda bir kitap mütâlaası ile meşguldü. Celâlzâde'yi görünce; "Celâl oğlu Mustafa sen misin?" diye sordu. "Ben kulun Pâdişâhım." demesi üzerine; "Gümüşlüoğlunu nasıl bilir sin? Cevher veya meder midir? (Yâni cevher veya toprak mıdır) nice idrâk kılursın, bilürsin?" dedi. Mustafa Çelebi de; "Evliyâlık membaının, kaynağının cevheri ve nefisle mücâdele meydanının hâlis eri bir ulu kişi bilirim." diye cevap verince; "Ulu mu, ulu mu, ulu mu?" diye üç kere tekrar ederek hiddet göstermiş. Fakat Mustafa Çelebi'nin her defâsında; "Evet pâdişâhım ulu kişidir." demesiyle hiddeti geçmiş ve kendisiyle sonra yumuşak bir şekilde konuşmuştur. Bu arada Celâlzâde'ye yevmiyesini de soran Selîm Han, on akçe olduğunu duyunca çok az bulmuş ve artırılmasını emretmiştir. Sonra da; "Şeyhe bizden selâm söyle, hatırını hoş tutsun." diyerek Celâlzâde'yi Gümüşlüoğlu'na göndermiştir.