Peygamber-i zişanın ahlak ve edebini,
Kendine örnek alıp, yapardı işlerini.
Rahatsız olsa idi şayet o bir kimseden,
Beddua etmez idi o kimseye katiyen.
Eğer çok sıkılsaydı, derdi ki onun için:
(Çoğalt dünyalığını ya Rabbi bu kişinin.)
Bir cenaze görseydi, derdi ki akabinde:
(Ah, keşke ben olsaydım o mevtanın yerinde.)
Derlerdi ki: (Ne için böyle söylüyorsunuz?
Bir an önce ölmek mi yoksa istiyorsunuz?)
Buyururdu: (Aşıklar, maşuka varmak için,
Ancak bunu isterler, iç yüzü budur işin.)
İkramda bulunsaydı biri ona azıcık,
Bol bol ihsan ederdi, o da buna karşılık.
Ayrıca, öyle dua ederdi ki, o anda,
Açılırdı kalp gözü onun kısa zamanda.
Talebesinden biri, soğuk kış mevsiminde,
Gül fidanı dikmişti bahçesinin içinde.
Huzuruna giderek, dedi ki: (Efendim, ben,
Bahçeme, gül fidanı diktim çok sevdiğimden.
Dua buyurunuz da, tutsun bu gül fidanım.
Zira budur şu anda yegane, tek muradım.)
Hırkasının altına sokarak bir elini,
Çıkarıp verdi ona, iki gül demetini.
Sultan’ın oğlu vardı, iyi huylu, mübarek.
Velakin hafızası kuvvetli değildi pek.
Gayret gösterirdi ki, hafız olsun bu çocuk.
Lakin o, ezberini unuturdu pek çabuk.
Babası, Tebrizi’ye geldi bir gün nihayet,
Oğlunun bu halinden etti ona şikayet.
Dedi: (Himmet buyurun lütfen bu oğlumuza.
Muvaffak olamıyor, çok çalışsa da hıfza.)
Buyurdu ki: (İnşallah, bu günden itibaren,
O, ezberler bir günde, hem de iki cüz birden.)
Gerçekten ezberledi bir günde iki cüzü.
Yani yere düşmedi Tebrizi’nin bu sözü.
Bir gün Şems-i Tebrizi, tefekkür ediyordu.
O an gayb âleminde, bir evliyayı gördü.
Kalp kırıklığı ile, göz yaşları dökerek,
Dua edip, Rabbinden istiyordu bir dilek.
O, bunları görünce, acıdı ona gayet.
O sırada gaibten, bir ses duydu nihayet.
Diyordu: (Ey Şemseddin, bir arzun varsa şu an,
İste, kabul edilir, her ne ki istiyorsan.)
Dedi ki: (Ya ilahi, sana yalvaran şu zat,
Dileği her ne ise, ihsan eyle şu saat.)
Şemseddin Tebrizi’nin yüksek şefaatiyle,
O velinin duası kabul oldu ayniyle.