Hubeyb, darağacında sıkı bağlanmış iken,
Gözlerini kapayıp, şöyle dedi içinden:
(Benden selam ulaştır ya Rabbi Resulü'ne.
Bana bu yapılanı, göster Onun gözüne.)
O böyle dediğinde, o sıra Fahr-i cihan,
Eshabiyle bir yerde oturuyordu o an.
Zeyd bin Harise der ki: Resulullah ile biz,
Eshaptan birkaç kişi, oturuyorduk sessiz.
Bir ara, sanki biri selam verdi gaibden.
(Aleyküm selam!) dedi Resulullah aniden.
Lakin biz göremedik selam veren kişiyi.
Hemen Resulullahtan sual ettik bu işi.
Buyurdu ki: (Cebrail, biraz önce Mekke’den,
Bana selam getirdi kardeşimiz Hubeyb’den.)
O ara bağırdı ki, kâfirlerden birisi,
(İşte bu öldürmüştür baba ve annenizi.
Onların öclerini varsa almak isteyen,
Fırlatsın mızrağını üstüne bunun hemen.)
O öyle bağırınca, bir anda birçok mızrak,
Hubeyb’in vücuduna saplandılar uçarak.
Yüzü, başka tarafa doğru çevrili iken,
Hemen kendi kendine Kâbe’ye döndü birden.
Saplanınca mızraklar ard arda bedenine,
Halini, zerre kadar değiştirmedi yine.
Diyordu: (Bütün bunlar, Allah içindir ki hep,
Bu yüzden gam ve elem çekmeye yoktur sebep.)
Sonra bir nazar edip, kâfirlere aniden,
Dedi ki: (Ya ilahi, kahreyle bunları sen!)
Onlar bu bedduayı işitince Hubeyb’den,
Korkarak, herbirisi kaçıştılar o yerden.
Vücudundan sel gibi akarken kanları hep,
(La ilahe illallah) diyordu yalnız Hubeyb.
Vererek bu şekilde en son nefeslerini,
İçti masum olarak şehadet şerbetini.
Kırk gün, darağacında cesedi kaldı, lakin,
Kokmadı, çürümedi taze kan aktı her gün.
Emretti Resulullah Mikdad ile Zübeyr’e:
(Onun cenazesini alın da gelin!) diye.
Bu arslanlar, Mekke’ye girdiler geceleyin.
Cesedini oradan indirdiler Hubeyb’in.
Deveye yükleyerek, Medine’ye dönerken,
Müşrikler, önlerini kestiler gelip birden.
Onlar da, cenazeyi yere koyup o ara,
Mukabele ettiler o karşı koyanlara.
Onlar, kâfirler ile mücadele ederken,
Yer yarılıp, cesedi içine aldı hemen.
Hazret-i Mikdad ile Zübeyr bunu gördüler.
Gönül rahatlığıyle Medine’ye döndüler.