İbni Kavvam, ilimde derin idi begayet.
Hem de hal ehli olup, gösterdi çok keramet.
Şemseddin-i Haburi adlı bir talebesi,
Vardı ki, çoktu ona muhabbeti, sevgisi.
Halep medresesinde, tahsilini yaparken,
Üstadından bahsedip, överdi onu bazen.
Ve derdi ki: (Balis’te, bir hocam var ki benim,
Dünyada, onun gibi yoktur büyük bir âlim.)
O, böyle üstadını methedince begayet,
Âlimlerin bazısı, ettiler ona haset.
Lakin belli etmeyip, onlar bu hislerini,
İstihzaya aldılar, onun talebesini.
Dediler ki: (Sen yarın, götür ki bizi ona,
Edep ve hürmet ile, girelim huzuruna.
Madem büyük âlimmiş o kişi pek ziyade,
Biz de gidip, ilminden edelim istifade.)
Sonra, aralarında toplanıp o kimseler,
Çıkardılar çok müşkil, zor dini meseleler.
Ve lakin gayeleri şu idi ki onların:
O müşkil sualleri sorsunlar ona yarın.
O dahi aciz kalsın onların cevabından.
Mahcub olsun, onlar da sevinsin işte bundan.
Velhasıl o talebe, dedi: (Siz hazırlanın.
İnşallah götüreyim hocama sizi yarın.)
Sabahleyin gitmeye hazırlık yaparken tam,
Oraya teşrif etti üstadı İbni Kavvam.
Buyurdu ki: (Ey oğlum, sen gelmeden Balis’e,
Ben geldim, söyle bana ne muradın var ise.)
Dedi: (Var ki burada bazı din âlimleri,
Şiddetle istiyorlar, sizinle görüşmeyi.
Size, müşkillerini sorarak zira onlar,
İstifade etmeyi, çok arzu ediyorlar.)
Buyurdu ki: (Git çağır peki o âlimleri.
Bakalım ki ne imiş o çetin sualleri?)
Az sonra, içeriye girince o âlimler,
İbni Kavvam, onlara baktı hep birer birer.
O gün, onda vardı ki bir heybet ve celadet,
Hiç biri, konuşmaya edemedi cesaret.
O, onlara bakarak buyurdu ki: (Hani siz,
Dün, gayet zor ve çetin sualler seçmiştiniz.
Ve hani gelmiştiniz onları sormak için.
Niçin sormuyorsunuz, diliniz yok mu sizin?)
Onlara, bu şekilde dediyse de o, fakat,
Yok idi konuşmaya onlarda güç ve takat.
Peşinden İbni Kavvam, her birinin tek be tek,
Zihninde bulunduğu suali söyleyerek,
Cevaplarını dahi, anlattı birer birer.
Âlimler bunu görüp, mahcup hale girdiler.
Dediler: (Ey efendim, biz âlim değilmişiz.
Malesef size karşı, edepsizlik etmişiz.
Bizim kusurumuzu affediniz siz lütfen.
Zira biz, hatamıza pişman olduk gönülden.)
O da merhamet edip, affetti onları hep.
Takındılar onlar da, artık haya ve edep.