Bayezid-i Bistami anlatır kendi bizzat:
Vardı zamanımızda, binlerce evliya zat.
Hepsi de, ilim irfan sahibiydi ve hatta,
Birbirinden üstündü hepsi maneviyatta.
Lakin zamanın kutb’u değildi bu kimseler.
Ümmi bir demirciye bu olmuştu müyesser.
Derdim ki: Bunca veli var iken, acep niye,
Kutupluk, verilmiştir ümmi bir demirciye?
Öğrenmek istiyordum hikmetini bu işin.
Gittim o demirciye, bu sırrı çözmek için.
Girdim selam vererek dükkanından içeri.
Gördüm ki, örs başında dövüyor demirleri.
O beni görür görmez, işini bırakarak,
Gelip öptü elimi, çok hürmetli olarak.
Bana rica etti ki: (Dua edin efendim.
Ki, biraz hafiflesin, içimdeki şu derdim.)
Sordum ki: (Nedir derdin, söyle de aşikâre,
Biz dahi, ona göre arıyalım bir çare.)
Dedi ki: (Bunca insan, öldüğünde herbiri,
O kıyamet gününde, neye varır halleri?
Cehennem çok çetindir, anlatamaz hiç lisan.
Yanacak o ateşte, binlerce asi insan.
Hem de yanar ebedi, vermez ara, fasıla.
Benim derdim işte bu, içimden çıkmaz asla.)
Ağlamaya başladı bunları söyleyerek.
Ben dahi, onun ile ağladım yaş dökerek.
Demircinin halini, merak ettim daha da.
O sırada gaibten, duydum şöyle bir nida:
(O, -nefsî nefsî- diyen kimselerden değildir.
O, -ümmetî ümmetî- diyenlerden biridir.)
O zaman gitti benden, içimdeki o hayret.
Bu işin hikmetini, idrak ettim nihayet.
Yine ona sordum ki: (Sen, kendine baksana.
Herkesin yanmasından, ne zarar var ki sana?)
Dedi ki: (Fıtratımın mayasını, Allah'ım,
Merhamet suyu ile yoğurmuş, ne yapayım?
Cehenneme gidecek bilcümle insanların,
Çekeceği azabı, yapsalar bana yarın,
Hepsinin azabını, ben çeksem o gün bizzat,
Cümlesi, o ateşten kurtulup olsa azad,
Bilcümle azapları, hep bana yükleseler,
Benden başka herkesi, Cennete iletseler,
İşte ben, o takdirde saadete ererim.
O zaman derdim biter, ancak rahat ederim.)
Ben bu yüksek sözleri, duyunca demirciden,
Sanki kalbim yıkandı, hikmetle doldu birden.
Kırk yıldır özlediğim çok yüksek makamlara,
Onun himmeti ile, yükseldim ben o ara.
Feyz-i ilahi ile, dopdolu oldu içim.
Onun bereketiyle, halloldu o gün işim.