Mevlana hazretleri, ezan işittiğinde,
Diz çöküp dinler idi, büyük huşu içinde.
Talebesine dahi, böyle emrederdi hep.
Ve derdi ki: (Ezana gösterin saygı, edep.)
Bir gün de, talebeye nakletti bir hadise.
Buyurdu: (Tanıyorum Belh şehrinde bir kimse.
Her ne zaman ezanı işitseydi o kişi,
Ne yapıyor idiyse, bırakırdı o işi.
Ve hemen diz üzeri oturup tam o saat,
Dinler ve bittiğinde getirirdi salevat.
Sonra kalkıp, hemence namaza duruyordu.
Namazı, biraz olsun hiç geciktirmiyordu.
Bu güzel adetini bozmamıştı hiç o zat.
Nihayet işittik ki, bu kimse etmiş vefat.
Tabut, eller üstünde gidiyordu ki, birden,
Okunmaya başladı ezan da minareden.
Ne zaman ki müezzin okudu ilk tekbiri,
O tabut durdu birden, hiç gitmedi ileri.
Hareketsiz bekledi, ezan bitene kadar.
Vakta ki ezan bitti, hareket etti tekrar.
Kabre konulduğunda, gelerek Münker-Nekir,
Sormaya başladılar, (Rabbin kim, dinin nedir?)
O an Hak teâlâdan erişti ki bir hitap:
(Ey melekler, bu kula vermeyin bir ızdırap.
O, ismimi duyunca, beklerdi hürmet ile.
Siz de onu sorguya çekmeyin hiddet ile.
Nasıl aziz tuttuysa, ismimi o kul benim,
Siz de onu bu günde, tutun aziz ve kerim.)
Selçuklu padişahı Rükneddin, bir kimseyle,
Altın göndermiş idi Mevlana’ya keseyle.
Mevlana hazretleri almadı altınları.
Buyurdu: (Şu çamurun içine at onları.)
İnsanlar bunu duyup, toplandılar oraya.
Ve altın bulmak için, girdiler çamurlara.
Bir altına kavuşmak hırsı ile, herbiri,
Çamurlara bulanıp, kirlendi her yerleri.
Mevlana hazretleri, dönüp talebesine,
Onların bu halini göstererek hepsine,
Buyurdu: (Gördünüz ya şu ahmak kimseleri.
Nasıl da berbat oldu temiz elbiseleri.
Dünya muhabbeti de, bir kalbe girse eğer,
O kalbi, işte böyle kirletir, berbat eder.
Sakın bu sözlerimi yanlış anlamayınız.
Dünyaya çalışmaya lüzum yok sanmayınız.
Bilakis çok çalışkan olmalıdır müslüman.
Dinimiz, tembelliği reddediyor her zaman.
Lakin şunu söylemek istiyorum ki size,
Dünya muhabbetini sokmayın kalbinize.)