Mevlana hazretleri, kendi talebesine,
Derdi ki: (Hiç kimseden, istemeyin bir nesne.
Allah’tan isteyin ki, ihsan eder Rabbimiz.
Kuldan bir şey bekleyen, değildir talebemiz.
Kim kullara el açıp, beklerse bir menfaat,
Bizden, iki cihanda beklemesin şefaat.)
Bir gün de buyurdu ki: (Yaşım yediyken benim,
Tamamiyle ruhumun emrine girdi nefsim.
Onun isteklerinden kurtuldum tamamiyle.
Nefsim de, iyi işler yapar oldu haliyle.)
Dediler: (Peki ama, sizi biz, neden acep,
Nefisle mücadele halinde görürüz hep?)
Buyurdu ki: (Bu nefis, çok alçak, pek ahmaktır.
Onun işi, Rabbine muhalefet yapmaktır.
Hep kendi aleyhine iş yapmaktan alır haz.
Bu yüzden yakasını bırakmak uygun olmaz.
Eğer bırakılırsa nefis kendi haline,
Sebep olur muhakkak, kendi felaketine.
Bunun için büyükler, ta ki ölene kadar,
Nefisle mücadele ettiler aynı karar.)
Mevlana zamanında, bir kimse var idi ki,
Onun büyüklüğünü bilmiyordu pek iyi.
Aleyhinde konuşup dolaşırken böylece,
Resulullahı gördü rüyasında bir gece.
Ve hem de Mevlana’nın medresesinde bizzat,
Eshabiyle oturmuş, ederdi istirahat.
Sonra, bir et yemeği getirildi o yere.
Resulullah, eshapla başladılar yemeye.
O sırada bu dahi içeriye girerek,
Selam verdi Resule, biraz ilerleyerek.
O Server cevap verip onun bu selamına,
Çağırttırıp oturttu, hem de kendi yanına.
Sonra, kendilerinin tabağından bir eti,
Kendi eliyle alıp, bu zata ikram etti.
O, sevinip dedi ki: (Ya Resul-i mücteba!
Etin en iyi yeri neresidir acaba?)
Buyurdu ki: (Kemiğe bitişik olan ettir.)
O anda uyandı ki, tam da namaz vaktidir.
Rüyanın tesiriyle, sabahleyin erkenden,
Hazret-i Mevlana’yı görmeye gitti hemen.
Baktı, Resulullahın oturduğu mahalde,
Mevlana, talebeyle oturur aynı halde.
Hem de yemek yiyorlar, yemek de yine etti.
Mevlana onu görüp, yemeye davet etti.
Tam yanına oturtup ve kendi tabağından,
Eliyle bir et alıp, bu zata verdi o an.
Ve tebessüm ederek, buyurdu ki: (Bir ette,
Kemiğe değen kısım, en iyidir lezzette.)
O, bunu da görünce, kalbine sevgi doldu.
Talebesi olarak, ona tam tâbi oldu.