Muhammed ibni Hafif, bir tekiydi devrinin.
İki de talebesi var idi kendisinin.
Ve lakin birisini, daha fazla severdi.
Her vesile ile de, bunu belli ederdi.
Talebeler, bu hali, ona sual ettiler:
(Niçin onu daha çok seversiniz?) dediler.
Cevaben buyurdu ki: (Elbette hikmeti var.
Bunu merak edenler, yarın iyi anlarlar.)
Ertesi gün, dergahta, o ders anlatıyordu.
Dergahın önünde de, bir deve yatıyordu.
İbni Hafif, bir süre dersine ara verip,
Talebeden, herhangi birisine emredip,
Buyurdu: (Haydi git de şu devenin yanına,
Kaldırıp, çıkar onu, şu dergahın damına.)
O, birden durakladı, düşündü ve dedi ki:
(Efendim, koca deve, dama nasıl çıkar ki?)
Buyurdu ki: (O halde, bırak kalsın onu sen.)
Sonra, çok sevdiğine bu emri verdi hemen.
O, derhal (Peki) deyip, fırladı dışarıya.
Ve emri yapmak için, başladı uğraşmaya.
Kaldırabilir miyim? diye hiç düşünmeden,
Gücünün yettiğince, başladı işe hemen.
O, böyle kaldırmaya uğraşırken deveyi,
Çağırdı huzuruna, o sadık talebeyi.
Sonra da buyurdu ki bu hali izah için:
(Şimdi kavradınız mı hikmetini bu işin?
O, emri dinlemedi, düşündü, durdu biraz.
Ve aklına uyarak, etti hemen itiraz.
Bu ise, (Peki) dedi, hiç bir şey düşünmeden.
Koştu emri yapmaya, hiç itiraz etmeden.
Meleklere mahsustur, peki ve olur demek.
Ve şeytan sıfatıdır, hemen itiraz etmek.)
Bir günkü sohbetinde buyurdu: Ey insanlar!
Rabbimizin bizlere, sonsuz nimetleri var.
Bu kadar çok nimete, şükretmek mümkün değil.
Zira aciz kalırlar, bu işte ağız ve dil.
Bu babta, Hak teâlâ buyurur ki Kur'anda:
(Size nimetlerimi, saymak için dünyada,
Ağaçlar kalem olsa ve denizler mürekkep,
Nimetlerim bitmeden, denizler biterdi hep.)
Ne görebiliyorsak, yani şu kainatta,
Ve ne göremiyorsak, yerde ve gökte hatta,
Hepsi, menfaatine yaratıldı insanın.
Nasıl kıymet vermiştir Rabbimiz bize bakın.
İşte Allah, bizlere böyle kıymet veriyor.
Ve, (Sizi, kendim için yarattım) buyuruyor.
Bu kadar nimetlere nail olan bu insan,
Hiç unutabilir mi, Rabbini kısa bir an?
Unutursa, ne kadar olur fena ve çirkin.
Bundan büyük nankörlük olur mu bir kul için?