Bir kimse var idi ki, tanınırdı şeyh diye.
Onu çok methettiler bir gün de bu veliye.
Dediler: (Falan yerde bir zat var ki, velidir.
Hal ehli kimse olup, keramet sahibidir.)
Buyurdu: (Madem öyle, gidelim ziyarete.
Sohbetini dinleyip, edelim istifade.)
Yanına, talebeden alarak bir kaç kişi,
Ziyarete gittiler dedikleri kişiyi.
Varınca, o zat dahi görünüverdi birden.
Dediler: (İşte o zat, bak geliyor ilerden.)
Bayezid-i Bistami bakıyorken o yöne,
Tükürdü o sırada o zat kıble yönüne.
Bayezid-i Bistami görünce bunu ondan,
Görüşmekten vazgeçip, geri döndü o yoldan.
Buyurdu: (O kimsede, ne arasın keramet.
Veliler, her edebe ederler pek riayet.
O kişi, evliyadan olsaydı hakikaten,
Böyle kıble yönüne tükürmezdi katiyen.)
Bayezid hazretleri, dinde günah ve haram,
Yani yasak ne varsa, hepsinden kaçardı tam.
Hem emirlere dahi ederdi tam riayet.
Bilhassa namaz için, ederdi fazla gayret.
Bir sabah namazına, bir defa geç uyandı.
Baktı ki güneş doğmuş, üzülüp içi yandı.
Zira sabah namazı, kalmış idi kazaya.
Buna üzüntüsünden, başladı ağlamaya.
Gözyaşları dökerek, inledi üzgün üzgün.
Zira bu, kendisine dert olmuştu büsbütün.
O sırada, şöyle bir nida duydu gaibten:
(Senin bu günahını, mağfiret eyledim ben.
Sen, çok pişman olarak ağlayıp sızlayınca,
Yetmişbin namaz ecri, ihsan ettim ayrıca.)
Birkaç ay geçmişti ki, bir sabah vakti, yine,
Çok az zaman kalmıştı, güneş doğma vaktine.
O ara şeytan gelip, onu uyandırarak,
Dedi ki: (Ey Bayezid, namazın geçiyor, kalk!)
Bayezid-i Bistami, fırladı yatağından.
Namazı kıldı ama, hayrette kaldı o an.
Bir mana veremedi şeytanın bu işine.
Çağırıp sual etti, bu işi kendisine.
Buyurdu ki: (Ey mel'un, sen hiç böyle yapmazdın.
Beni uyandırmakta, neydi asıl maksadın?
Kazaya kalsın diye, uğraşırken durmadan,
Ne için uyandırdın, beni güneş doğmadan?)
Dedi ki: (Sen namaza kalkamadın geçen gün.
Bu yüzden pişman olup, ağladın üzgün üzgün.
Affetti Hak teâlâ günahını o zaman.
Ve yetmişbin namazın ecrini etti ihsan.
Seni uyandırdım ki, kalkıp namaz kılasın.
Yine öyle çok fazla sevap kazanmayasın.)