O düşmanlıklarını arttırdılar iyice.
Bilhassa Übey ibni Halef ve biraderi,
Pek çok üzüyorlardı Sevgili Peygamber’i.
Çürümüş bir kemiği, bir gün alıp eline,
Geldi o bahtsız Übey, Allah’ın Habibi’ne.
Dedi ki: (Ya Muhammed, şu çürümüş kemiği,
Bir gün, senin Allah’ın diriltecek öyle mi?
Yani toz halindeki şu kemiği, sen yarın,
Dirilteceğini mi sanıyorsun Allah’ın?)
Sonra da ufaladı elinde hemen onu.
Ve yine Ona doğru üfleyerek tozunu,
Dedi ki: (Ya Muhammed, hiç olur mu böyle iş?
Bu, çürüdükten sonra, kim diriltebilirmiş?)
Peygamber Efendimiz buyurdular ki: (Evet.
Rabbim, o kemikleri diriltir yarın elbet.
Öldürür hem seni de, onu da cenab-ı Hak.
Sonra seni diriltip, Cehenneme sokacak.)
Bu hadise üstüne, Hak teâlâ da hemen,
Bir ayet göndererek buyurdu ki mealen:
(De ki: O kâfirleri, hiç yok iken yaratan,
Ahiret gününde de diriltir yine yoktan.
Şu gökleri ve yeri yaratan Hak teâlâ,
Onu yaratmaya da muktedirdir pekala.)
Mus’ab bin Ümeyr
Ailesi, asil ve zenginiydi Kureyş’in.
Naz ve niyaz içinde büyüdü bunun için.
Resul'ün sözlerini işitince nihayet,
Kalbinde, Ona karşı hasıl oldu muhabbet.
Ona kavuşmak için yanıp tutuşuyordu.
Nihayet iman edip, hidayete kavuştu.
Dininden dönsün diye, bir mahzene attılar.
Kendisini, günlerce aç susuz bıraktılar.
Kızgın güneş altında, yaptılar çokça azap.
Ki, Resul’ün dininden vazgeçer belki Mus’ab.
Lakin o, sabrederek bu zor işkencelere,
Asla taviz vermedi imanından bir zerre.
Halbuki önceleri, çok müreffeh olarak,
Büyürdü ki, haline imrenirdi cümle halk.
Allah ve Resulü’ne vakta ki etti iman,
Günlük nafakasını babası kesti o an.
Türlü işkencelere tâbi tuttu oğlunu.
Dünya nimetlerinden tam mahrum etti onu.
Bir gün geldi Resul’e, çok perişandı hali.
Şöyle anlatmaktadır bunu hazret-i Ali:
Bir gün oturuyorduk Resul-i zişan ile.
Geldi Mus’ab bin Umeyr, hal-i perişan ile.
Gözleri yaşla doldu Resul-i mücteba’nın.
Ve bize buyurdu ki: (Şu müslümana bakın!
Onu, anne babası besledi fevkalade.
İslamın sevgisiyle işte geldi bu hale.)