O zamanlar Konya’da, Mevlana hazretleri,
Camide, insanlara vaz ederdi ekseri.
Hazret-i Musa ile Hızır’ın, meşhur olan,
Kıssasını, bir derste anlatırdı ki, o an,
Cemaatten bir şahıs, hem onu dinliyordu.
Hem de, kendi kendine şöyle söyleniyordu:
(Sanki o gün, orada, sen dahi bizimleydin.
Sanki o yolculukta, üçüncümüz sen idin.)
O, kendi kendisine söylerken böyle kelam,
İşitti bu sözleri yanındaki bir adam.
Çok garibine gidip, düşündü ki hemence:
Bu kimse, olsa olsa Hızır’dır tahminimce.
Yanına sokularak, dedi ki en nihayet:
(Her halde sen Hızır’sın, lütfen bana ihsan et.)
Buyurdu ki: (Mevlana varken, benden istemen,
Su yanında, teyemmüm almaya benzer aynen.)
O, hazret-i Hızır’dan bunları duydu, fakat,
Bir anda göz önünden kayboldu mübarek zat.
Mevlana zamanında, yine bir âlim vardı.
Lakin hep bu veliye muhalefet yapardı.
Gerçi tahsil görmüştü, ilmi de vardı biraz.
Yine de Mevlana’ya ederdi hep itiraz.
Bir gün, ilim meclisi toplandı bir odada.
Hazır bulunuyordu her bir âlim orada.
O dahi geldi o gün, o toplantı yerine.
Konuşmaya başladı Mevlana aleyhine.
Dedi ki: (Bu mecliste, her ne derse Mevlana,
Hep tersine cevaplar vereceğim ben ona.)
Sadreddin Konevi de işitti bunu bizzat,
Ve hemen o âlime etti öğüt, nasihat.
Buyurdu ki: (Kardeşim, sen böyle ne diyorsun?
Ona değil, kendine kötülük ediyorsun.
Ona karşı gelmekle, bir şey geçmez eline.
Yakışmaz bu davranış hem de ilim ehline.)
Ona, bu sözler ile ettiyse de nasihat,
O, bu düşüncesinde eyledi yine inat.
O sırada Mevlana teşrif etti odaya.
Herkes, merak içinde yöneldi Mevlana’ya.
O âlime dönerek buyurdu ki o nagah:
(La ilahe illallah Muhammed Resulullah.
Ey kişi, haydi konuş cesaretin var ise!
Söylediğim bu sözün tersini söyle bize.)
Ne söyleyeceğini şaşırıp kaldı adam.
Zira küfür olurdu, onun aksi her kelam.
Bu durum karşısında, çok mahcub oldu âlim.
Böyle düşündüğüne oldu pişman ve nadim.
Ellerini öperek, affını etti talep.
Sonra talebe olup, hizmetinde oldu hep.