İmam-ı Rabbani’nin torunu olan bu zat,
Serhend şehrinde doğup, orada etti vefat.
Mübarek babasından tahsil görüp, sonunda,
Çıktı çok yükseklere, o tasavvuf yolunda.
Zamanın sultanını dini yönden terbiye,
Etmek için, emirle gitti sonra Delhi’ye.
Lakin şehre girmeden, yanlarında kapının,
Puta benzer heykeller, görüp durdu ansızın.
Buyurdu ki: (Sultana gidip haber veriniz.
Bu heykeller kalkmadan, bu şehre girmeyiz biz)
Âlemgir Han da bunu, emir telakki edip,
Kaldırttı o putları, aynı gün emir verip.
Talebesi oldu ve gösterdi saygı, hürmet.
Verdi dini sahada yetki ve selahiyet.
Hindistan’da yayılmış her bid’at ve kötü hal,
Onun bereketiyle, ortadan kalktı derhal.
Unutulmuş sünnetler, çıkarıldı ortaya.
İslamiyet bu yerde, yeniden oldu ihya.
Çok devlet adamları, kumandanlar, vezirler,
Onun sohbetleriyle, hidayete erdiler.
Ona, öyle saygılı olurlardı ki hatta,
O (Otur!) demedikçe, beklerlerdi ayakta.
Sohbetinde, binlerce fasık, facir ve kâfir,
Hidayete ererek, kalpleri oldu tenvir.
Öyle çok kalabalık idi ki sohbetleri,
İzdihamdan, kolayca girilmezdi içeri.
Hatta bir gün, sultanın oğlu şehzade A’zam,
Geldiğinde gördü ki, kapıda bir izdiham.
Kalabalık içinden, zor geçerek o bile,
Güçlükle şereflendi onun sohbeti ile.
Hatta öyle oldu ki, sarık düştü başından.
Çıkacak gibi oldu, kaftanı arkasından.
Akşam avdet edince babasının yanına,
Gördüğü izdihamı, anlattı aynen ona.
Sultan bunu duyunca, çok sevinip dedi ki:
(Allahü teâlâya şükürler ederim ki,
Öyle büyük bir veli nasip etti ki bana,
Zor girebiliyoruz bizler bile yanına.)
Ve lakin o devirde, biri vardı malesef.
Hiç onun sohbetiyle olmamıştı müşerref.
Kendini bir şey sanan o cahil ve bi-edep,
Bu büyük evliyayı, inkâr ediyordu hep.
Bir gece, rüyasında bekçilerden bir gurup,
Sopalarla bu zatı, dövdüler hayli vurup.
Dediler ki: (Allah’ın bir sevgili kulunu,
Nasıl inkâr edip de sevmezsin hem de onu?)
Bu korkuyla uyanıp, nazar etti kalbine.
Gördü ki, sevgi dolmuş, o düşmanlık yerine.