Abdülfettah-ı Akri, evliyayı kiramdan.
Şiddetle kaçınırdı, her günah ve haramdan.
Din ilmini tahsile başladı küçük yaşta.
Ve Kur'an-ı kerim’i ezberledi en başta.
Sonradan tefsir, hadis ve fıkhı okumuştu.
Genç yaşında, kâmil bir din âlimi olmuştu.
Zahiri ilimlerin yanında bu Mübarek,
Tasavvuf yolunda da istiyordu yürümek.
Bu yüksek arzusuna, vasıl olayım diye,
Tâbi oldu Mevlana Halid-i Bağdadi’ye.
Onun her bir emrine, sıkı sarılıyordu.
Haram ve günahlardan, şiddetle kaçıyordu.
Yegane istediği, şu idi ki o zaman:
Bir an ayrılmayayım üstadımın yanından
Dert ve sıkıntılara, çok iyi sabrederdi.
Zorluklar karşısında, hep göğsünü gererdi.
Hatta dert ve üzüntü gelince kendisine,
Üzülmek şöyle dursun, sevinirdi aksine.
Zira o diyordu ki: (Bu dert ve sıkıntılar,
Rabbimden geldiğinden, dert değil, ihsandırlar.)
Hatta çok üzülürdü dert gelmediği zaman.
Derdi ki: (Mahrum kaldım Rabbimin ihsanından.)
Bunu bilen üstadı Mevlana hazretleri,
Hep ona veriyordu, bütün çetin işleri.
Onu gönderiyordu uzak olan yerlere.
Hatta yaya olarak gidiyordu her yere.
Zira yasaklamıştı bineğe binmesini.
O da, teslim etmişti üstada kendisini.
Bunun için hep yaya giderdi uzaklara.
Zevk ile katlanırdı, cümle sıkıntılara.
Bağdat'tan İstanbul'a, yine yaya olarak,
İki defa gitmişti herşeye katlanarak.
Onun her bir emrini, hemen ifa etmesi,
Her zorluğa tahammül ve rıza göstermesi,
Sayesinde kavuştu o yüksek himmetine.
Ve girdi daha sonra, hususi hizmetine.
Üstadının evine, rahat girer çıkardı.
Ne hizmet gerekirse, titizlikle yapardı.
Bu hususi hizmetler sayesinde nihayet,
Yükselip, hocasından aldı mutlak icazet.
O bir gün buyurdu ki: (Olunuz mütevazi.
Siz tevazu ettikçe yükseltir Allah sizi.
Kibirli olanları, ne kul sever, ne Allah.
Kendisini, sadece kendi sever mazallah.
Hadiste buyuruldu: (İnsanların fenası,
Zor olandır yanına biraz yaklaşılması.)
Eğer korkuluyorsa varmak için yanına,
Bir felaket olarak, kâfi gelir bu ona.
Siz öyle davranın ki, kaçmasın kimse sizden.
Emin olsun insanlar, hem el ve dilinizden.)