Mustafa Bekri diye, bir seyyid var idi ki,
Mescid-i Nebevi'nin temizleyicisiydi.
Bu zat anlatıyor ki: Her gece, hemen hemen,
Resul-i kibriyayı rüyada görürdüm ben.
Tebessüm buyururdu her gece gördüğümde.
Hizmetten memnun diye, seviniyordum ben de.
Fakat gördüm bir gece, ağlardı Resulullah.
Onu öyle görünce, üzülüp dedim: (Eyvah!
Yoksa bir hizmetimde, kusur mu oldu vaki?
Acep hangi hizmette, ne gibi hatam var ki?)
O zaman Resulullah dönüp benden tarafa,
Buyurdu ki: (Kusurun olmadı ey Mustafa!
İsmi, benim ismimden, mübarek, âlim bir zat,
Vefat etti, işte ben ağlarım ona bizzat.)
Sonradan öğrendik ki oradan gelenlerden,
İmam-ı Gazali’ymiş o zaman vefat eden.
Binyüzonbir senesi, Cemazil evvel’inde,
Ondördüne rastlayan Pazartesi gününde,
Gece, sabaha kadar zikir, fikir, ibadet,
Yaparak, Kur'anı da eyledi çok tilavet.
Sabah vakti olunca, tazeledi abdesti.
Sonra yakınlarından kefenini istedi.
Öpüp koydu başına, sonra sürdü yüzüne.
Dedi ki: (Ya ilahi, emrin baş göz üstüne.)
Sonra da, odasına girdi yalnız olarak.
Bir daha çıkmayınca, ehli çok etti merak.
Kapısını açıp da, girdiler ki odaya,
Kavuşmuş büyük İmam, Allahü teâlâya.
Baş ucunda, yazılı bir kağıt vardı ancak.
Ona, şu beyitleri yazmıştı son olarak:
(Ey beni ölmüş görüp, ağlayan ehl-i beytim!
Şunu iyi bilin ki, gerçekten ben ölmedim.
Öldü zannedersiniz siz beni şimdi, fakat,
Benim için, şu anda başladı asıl hayat.
Bir fatiha okuyun ruhuma bu arada.
Ben gittim, biliniz ki, siz varsınız sırada.)
İmam-ı Gazali’yi, vasiyeti üzere,
Şeyh Ebu Bekr-i Nessac koymuş idi kabire.
Mezardan çıktığında, gördü ki o ahali,
Yüzü, kül gibi olmuş değişmiş, onun hali.
(N’oldu?) diye sorunca kendisine insanlar,
Dedi ki: (Çok mübarek bir şey gördüm aşikâr.
Ben, İmam’ın naşını koyduğumda mezara,
Çok nurlu bir sağ eli görüverdim o ara.
Gaibden denildi ki: Bu mübarek İmam’ın,
Elini, eline koy Seyyid-ül Enbiya'nın.
Bunu gördüm gözümle, işittim kulağımla.
Sonsuz rahmet eylesin İmam’a Hak teâlâ.)