Selahaddin Eyyubi, bir ömrü müddetince,
İslama hizmet için gayret etti bir nice.
Ölüm hastalığına nihayet yakalandı.
Vefat edeceğini, firasetle anladı.
Sandıktan, kefenini getirterek en evvel,
Mızrağının ucuna bağlattı onu güzel.
Sonra da, bir tellala vererek onu hemen,
Dedi: Bu kefenimi götür de ben ölmeden,
Sokak sokak gezdirip, bağır ki: (Ey ahali!
Sultan Selahaddin’in işte budur son hali.
Kazanmışken bu kadar itibar, şan ve şöhret,
Dünyadan, bu kefenle gidiyor en nihayet.)
Sultanın bu emrine, (Peki) deyip o tellal,
O kefeni gezdirip, nida etti bu minval.
Onun son yaptırdığı bu manalı hareket,
Dünya mağrurlarına, oldu bir ders ve ibret.
Son nefesinde dahi, âlimler sohbetini,
Dinledi, hem okunan Kur'an tilavetini.
Binyüzdoksanüç yılı, Safer yirmiyedi’de,
Bu geçici âlemden göçtü ebediyete.
Onun, vezirleriyle, öyle idi ki hali,
Samimi konuşurdu bir arkadaş misali.
Herkese de, rıfk ile hareket ettiğinden,
Herkes, her arzusunu söylerdi çekinmeden.
Her hangi bir vatandaş, gelse idi yanına,
Sultanla olduğunun, varamazdı farkına.
Öyle çok mütevazı idi ki çünkü sultan,
En ufak bir korkuya, kapılmazdı o insan.
Bir arkadaşı ile oturursa o nasıl,
Öyle rahat, korkusuz otururdu velhasıl.
Çünkü o, görmezlikten gelirdi kusurları.
Kızmayıp, hoş tutar ve kırmazdı insanları.
Asık suratlı durmaz, tebessüm ederdi hep.
Asla boş çevirmezdi, her kim ne etse talep.
Çok nazik davranırdı insanların hepsine.
Bir şey söz verse idi, getirirdi yerine.
Müslüman ve küffardan, yoktu onu sevmeyen.
Bu yüzden o ölünce, kalmadı üzülmeyen.
O, asla ayırmazdı teb’asından kendini.
Elbisesini bile, giyerdi onlar gibi.
Çok mühim işler ile meşgul olurken bile,
Derhal ilgilenirdi talep sahipleriyle.
Hatta bir gün, küffarla savaştıkları bir an,
Bir kadın, bir derdini edince ona beyan,
Dedi ki: (Bak şu anda, biz savaş halindeyiz.
Yarın gel, bu işini o zaman hallederiz.)
Dedi: (Yarın gelemem, işim şimdi hallolsun.
Yapamayacakdıysan, ne için sultan oldun?)
(Peki öyleyse) deyip, işini halletti tam.
Ve helallık dileyip, savaşa etti devam.
Bir gün hizmetçisine, (Ilık su getir) dedi.
O ise önce kaynar, sonra soğuk getirdi.
Yine de hiç kızmayıp, dedi ki: (Sübhanallah!
İstediğimiz suyu içemiyoruz her gah.)
Bir çok hazinelere sahip olduğu halde,
Yaşadı asker gibi, mütevazı ve sade.
Öldüğünde, bir altın, bir de gümüş parası,
Çıktı ki, bundan gayri yoktu malı, eşyası.