İran'da, Bistam adlı bir yerde doğan bu zat,
Yetmişbir yaşlarında, eyledi Hakk’a vuslat.
Annesi anlatır ki: (Ben ona hamileyken,
Şüpheli bir lokmayı, yiyemezdim katiyen.
Yiyecek olsa idim, şüpheli lokma biraz,
O, karnımda vurarak, ederdi beni ikaz.
Yani karnımda iken, gösterirdi keramet.
Derdim ki: Bu, ilerde, büyük zat olur elbet.
O, Cafer-i Sadık’tan, kırk yıl sonra doğmuştu.
Ve üveysi olarak, talebesi olmuştu.
Yani onu görmeden, etti ona intisap.
Ve ruhaniyetinden, olmuştu çok feyizyab.
O velinin kalbinde bulunan feyiz, nurlar,
Hazret-i Bayezid’in kalbini doldurdular.
Resulullah'tan gelen bu nurları, o yine,
Yansıttı Ebül Hasen Harkani’nin kalbine.
Öyle çok dalmıştı ki, o ilahi bir aşka,
Her şeyi unutmuştu, Hak teâlâdan başka.
Tam yüzonüç âlimden, ilim ve feyz almıştır.
Tasavvufta, çok yüksek bir makama varmıştır.
Allahü teâlâdan, çok titrer ve korkardı.
İbadet yaparken de, bu korku onda vardı.
Hatta o, ibadeti yapardı ki bir tarzda,
Göğsünün kemikleri gıcırdardı namazda.
Bu da, çok korkmasının bir işareti idi.
Yanında olanlar da, bu sesi işitirdi.
Hocalarına karşı, beslerdi çok muhabbet.
Yine onlara karşı, edebi çoktu gayet.
Onlardan birisine, duyduğu bu edepten,
Vasiyet eylemişti, henüz vefat etmeden.
Ve şöyle demişti ki: (Öldüğümde ben yarın,
Yanına defnediniz, beni bu üstadımın.
Lakin derin kazın ki kabrimi benim hatta,
Vücudum, onunkinden bulunsun daha altta.)
Çocukken, bir caminin önünde oynar iken,
Onu, Şakik-i Belhi gördü ve durdu birden.
Kalp gözü ile bakıp, dedi ki: (Bu yavrucak,
Zamanının en büyük evliyası olacak.)
Hocalarından biri, hazret-i Bistami’ye,
Emretti: (Şu raftaki kitabı getir!) diye.
(Peki) dedi ise de, tereddüt etti biraz.
Sonra, (Hangi raftaki?) diyerek eyledi arz.
O dedi: (Senelerdir dersime geliyorsun.
Başının üstündeki rafı bilmiyor musun?)
Dedi: (Dinlemek için dikkatle dersinizi,
Başka şey görmüyorum, affedin bendinizi.
Sizin huzurunuzda, bakmıyorum etrafa.
Ki, muttali olayım, üstümdeki bu rafa.)
Buyurdu ki: (Evladım, tamamdır senin işin.
Bistam'a avdet eyle, kulları irşad için.)